Şu Aynadaki Görüntüme Bir Sığınabilsem Ah!...
Günlük

Şu Aynadaki Görüntüme Bir Sığınabilsem Ah!…

Deniz BİZERİ

Re. Defteri / 14 Ağustos 2009

Stefan King, bir söyleşisinde, Kujo’yu nasıl yazdığını kesinlikle hatırlamadığını, çünkü bütün o süre boyunca hep sarhoş olduğunu söylüyor. 1987’de ailesi duruma müdahale etmiş;  odasındaki çer çöp, kokain, uyuşturucu ne varsa çöpe atılmış. Yazar alkolü ondan sonra tamamen bırakmış.

*

Psikiyatrislere göre, kimi yazarların en büyük sorunu, ayık kalmaya başladıktan sonra kendilerinin -yapıtlarının ve kişiliklerinin- en büyük eleştirmenleri ve sonunda kendilerine katlanamadıklarını keşfetmeleri imiş.

*

Basit düşünmeye imreniyorum çoğu kez.

Hayat belki de çok basit pek çok yönden. Her ne olursa olsun, basite indirgeyerek düşünebilmek güzel olan, çözüm getiren…

Karmaşık olgulardan kurtulmanın yolu, o olguların basit çıkış yollarını -patikaları mı desem?- bulabilmeyle ilgili, sanırım…

Karmaşayı sevmiyorum aslında. Ne yazık ki zihnim karmaşa üreten, sonra da karmaşaya saplanıp kalan bir işleyişe sahip. Sonra tedirginlik, huzursuzluk, mutsuzluk…

Sorunu basitleştirenlerden, karmaşadan çıkış yolunu kolayca bulanlardan, ne garip, çekiniyorum. Bu durumlarına imrendiğim hâlde.

Çevreme bakıyorum.

Çıkışı basitleştirerek dönüşüyor bitkiler, hayvanlar, hatta insanlar.

Karşı yazlıkta bir aile var. Yıllardır tanıyorum onları.

Yaşamı basitleştirmeyi becermiş görünüyorlar. Ben öyle sanıyorum en azından. Benden daha huzurlular. Yıllardır gidip geliyorlar buraya. Bu yıl kışın da kalmayı düşünüyorlarmış.

İmreniyorum onlara. Ben becerebilir miyim onlar gibi yaşamayı? Keşke becerebilsem.

Bu evin sahibi yaşlı kadın, yirmi beş yıldır burada, doğanın kucağında. Kış ayları birkaç aile ancak kalıyor bu kıyı bölgesinde. Böyle yaşamayı ne kadar da isterdim. Ama benim zihnim, sorun üretiyor. Yarın yaşam için yeterince iyi ve yeterli sayıda bir şey üretemezsem, ruhsal ölüme yaklaşırsam, sağlık sorunları yaşarsam ne yaparım bu ıssızlıkta?

O da -sevgilim mi?- basit düşünüyor. Yalın ve açık olmayı seviyor. Biraz belirsiz, biraz kopuk bir şey onu hemen yoldan çıkarıyor. Ona ne kadar uzak biriyim ben; sanırım, galiba, kesinlikle…

Gün öğleyi devirdi. Ağustosun ortaları. Sıcak hissedilmiyor bu evde; ağaçların serinliği güzel bir ortam sağlıyor. Burada, hep burada mı olmalıyım? Benim evim olsa…

Böyle anlar hep parasal durumlara gelip dayanıyor zihin. Belki de abartıyorum. Böyle bir yere yerleşemeden ölüp gideceğim büyük bir olasılıkla…

*

Yoldan gelip geçen arabaların sesleri, yaprak seslerini boğuyor arada bir.

Ağustosun neredeyse tam ortası.

Hayat böyle işte. “An”ı yaşama fırsatı bile bulamıyoruz çoğu kez. Derken günler geçip gidiyor.

Elimize geçen fırsatları değerlendiremiyoruz pek. Tıpkı şu yoldan geçen arabalar gibi geçip gidiyor, gözden yitiyor. Onların önüne birden çıkıp dursak. Biter zihinsel, duygusal etkinliğimiz. “An”ı yakalamış olur muyuz? Durma “an”ını. Arabanın hasara uğrama “an”ı. Sanki…

Sonra bizi kaldırıp bir çukura bırakıverirler.

“An”ı durdurma eylemi. Anlamlı mı peki?

Değil galiba. Ama zaten anlar gidiveriyor zamanın akışıyla.

Sonra?

Sonrası basit yine. O araba tamire gider. Sonra yine yollarda gider, gelir bir yerlerden. Hayat devam eder.

Bu “basit”lik işte her şeyin aslı, özeti.

Zaman diye bir şey de yok. Biz uyduruyoruz onu. Gece gündüz, saatler, takvimler…

Yaşadığımızın bir kanıtı olsun istiyoruz.

Geçen hafta şu an İstanbul’a varmak üzereydim. Şimdi nereye varmak üzereyim?

Şimdi nereye?

Nereye?

*

Üç gün daha buradayım. Sonra daha çok boğulmaya.

Ben, sanki hiçbir yere aitim. Sanki…

Kaçmanın bir yolu belki bu.

Kimseye tam yararım yok; çünkü kendimle sorunluyum, kendimde yumağım…

Şu yaprakların sesi gibi olsam rüzgârla bir an çıkıp yiten…

Şu aynadaki görüntüme sığınabilsem ah!…

*

Dut ağacının yapraklarının gölgeleri, yaprakların arasından sızan güneş yerde, duvarda, merdivende. O gölge ve ışıklar gibi olsam; dingin, derinliksiz, hafif oynayıp duran…

İşte o “an” gibiyiz biz de. “An”ımız onlardan daha uzun sürüyor, o kadar…

Ah yalın yaşamak, karmaşayı yalın bir sonuca dönüştürebilmek…

“An”ı yazdım hiç olmazsa, ne işe yarayacaksa!.

Her şey saçma, her şey “an”lamlı, her şey geçip giden…

Nasıl katlanacağım kendime? Başkası nasıl katlanacak bana; niye katlansın ki…

Elbette güzel ve anlamlı çok şey var. Daha doğrusu, “güzellik” ve “anlam” üreten insanlar çok.

İmreniyorum onlara!..

edebiyatkafe
Latest posts by edebiyatkafe (see all)

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir