METAFOR KURAMININ KAPİTONE NOKTALARI
Dili, bir kumaş olarak düşünelim. Ama öyle sıradan, düz bir kumaş değil, işlenmiş kumaş. Sözgelimi yorgan, koltuk, mont kumaşı (kimi yerlerde kumaş yerine deri de kullanılır.). Pamuk, yün, elyaf, sünger, keçe gibi şeylerle doldurulmuş olsun içleri. Bu kumaşlar belli noktalardan sabitlenmezse içindeki malzemeler sağa sola kayarak topaklaşmaya uğrar. Topaklaşmayı engellemek için kimi yerleri sabitlemek gerekir. Sabitlemeler sonucu üçgen, kare, dikdörtgen, baklava dilimi gibi şekiller çıkar ortaya. Bu sabitleme yerlerine de kapitone noktaları (points de capiton) denir.[1] “Nokta” yerine “düğüm” ve “düğme” dendiğini de belirtelim geçerken. Böyle kumaşlara kapitone (capitonné) dendiğini de duymuşsunuzdur.
Dil kumaşının kapitone noktaları neler olabilir peki? Dildeki bu tutturma noktalarının ya da bunları birleştiren çizgilerin oluşturduğu örüntüler konuya, amaca ya da bağlama göre değişkenlik gösterebilir. Sözgelimi dilin yazınsal boyutunda akımlar (klasisizmden dadaizme) birer kapitone noktalarıdır. Gönderim, gönderge, gösterge, gösteren, gösterilen; figüre, trope, metafor, metonimi… de anlamın, anlambilimin, giderek dilbilimin, dilsel göstergebilimin kapitone noktaları, kapitone düğmeleridir.
Daraltalım bağlamı, başka boyutlardan, daha doğrusu boyutlarından bakalım dile; sözgelimi kavramları kapitone kumaşı olarak düşünelim. Onlar da artzamanlı ve eşzamanlı konumda dalgasız, inişsiz çıkışsız, değildir; toplumsallık boyutunda işlenmiş birer olgu-kumaştır. Dikişle, sabitleme noktaları ile yapılandırılmışlardır; yoksa kavramlaşmaz, kullanımda bir düzen yansıtmaz, dağılıp giderler.
Kim bilir, belki de hem kavramsallık hem de tarihsel gelişim sürecinde zaten kapitone edilmiş, raptiyelenmiştir her biri. Onların bu kavşak yerlerini görebilmemiz, bulabilmemiz, açığa çıkarabilmemiz gerekir.
Metafor kavramını (“kavram”dan söz ettiğimize göre, “metafor kuramı”nı) oluşturan kumaşın tarihsel sürecinde en önemli, olmazsa olmaz üç kapitone noktası (point de capiton) var bence. Bunları doğru saptamadan kavramı ve kuramı çözmenin, doğru anlamanın olanağı yok. Yüzeydeki bu üç tutturma raptiyesi-düğmesi de şunlar olmalı: Aristoteles, Ciceri–Quintilian, Lakoff-Johnsonn.
Bu üç kapitone düğmesini söküp atarsak koltuğumuzu ya da montumuzu oluşturan metafor kumaşının yapısı, düzeni, desenleri bozulur; içindeki pamuk, sünger ya da elyaf dağılacağı için kumaşın şekilsiz bir çuvala dönüştüğünü görürüz. Düğmeleri (raptiyeleri) söküp yanlış yerlere, kafamıza göre rastgele bir yerlere tutturursak, kumaşımız amaca uygun işlevini yerine getiremez, kumaşımız anlamını yitirir bu kez.
Kapitone noktası kavramı haritacılıkta da kullanılır. Metafor kuramı haritasındaki bu üç ana noktanın ve bunlara bağlı oluşan ağların neler olduğunu saptayamaz ve anlamlarını bilemezsek, yüzeyi, dolayısıyla yüzeydeki gösterenlerin gösterilenlerini anlayamayız. Doğru değerlendirilemeyen, anlamı çözülemeyen, okunamayan haritadan da yararlanılamaz, bir yere varılamaz sonuçta.
Metaforun kapitone noktalarını, konumuz bağlamında metafor kuramının üç kapitone noktasını (düğümünü, düğmesini, raptiyesini) anlatmaya başlayabiliriz artık.
Bir: Aristoteles
“Metafor” sözcüğünün kökenini verelim önce. Bu sözcük, Eski Yunanca phérō / φέρω (“taşımak, götürmek”) fiilinden “öte” anlamlı meta+ ön ekiyle türetilmiş metaphorá / μεταφορά sözcüğünden gelmektedir (İng. metaphor, Fransızca métaphore).
Platon (MÖ 427-247) metaforlara, özellikle de benzetmelere çokça başvurur ama metafor kavramıyla ilgili kuramsal araştırma ve tartışmalarda ondan söz edilmez pek. “Metafor”un onun metinlerinde sözcük, dolayısıyla kavram olarak hiç yer almamasıdır bunun nedeni. Bu sözcük henüz türetilmemiş, bu kavram henüz oluşmamıştır (kuramdan söz ediyoruz, dikkat). Ama “metafor”un, bir anlam ve anlatım olgusu olarak, dilin olduğu her yerde olduğu gibi Platon’da da bulunması doğal bir durumdur.
“Taşımak, aktarmak, nakletmek” anlamında “metapherein” sözcüğünü iki bağlamda kullandığını görürüz Platon’un: Bir dilden diğerine (yani çeviride) sözcükleri aktarmak ve kurgudan gerçekliğe düşünceleri taşımak.
Metafor kavramına yakın ya da bu kavramla ilişkili iki sözcük geçer Platon’da: “örnek, model, mesel” anlamında “paradigma” ve “benzeşim, benzerlik” anlamında “eikôn”. Bu dilsel olgular üzerinden anlam aktarımlarına (“metafora”ya) felsefi bir önem verdiği bellidir ama kavramsal-dilsel bir analize girmez, giremez.
“Metapherein” sözcüğünün yer aldığı, dili, daha doğrusu adlandırma sorununu tartıştığı Kratylos diyaloğunda ise bu sözcükler de geçmez.
Yaşadığı dönemde Yunanistan’ın en ünlü söylevcilerinden olan, yazdığı kitaplar ve verdiği eğitimle söylevciliğe çok büyük katkıda bulunan İsokrates (MÖ. 436-338) tarafından ilk kez kullanılır “metafor” sözcüğü.
Metaforu bir dil, bir anlam olgusu olarak ayrıntılı inceleyip dil-retorik terimine dönüştüren Aristoteles (MÖ. 384-322) olur. Bu nedenle metafor kavramı ve tartışmaları onunla başlatılır; onun adı anılmadan, ona başvurulmadan anlatılmaz, anlatılamaz metafor.
Önce Poetika, sonra Retorik kitabında örneklerle inceler bu kavramı.
Aristoteles, sözcükleri şöyle sınıflandırır: ortak sözcük, yabancı sözcük, metafor (mecaz) sözcük, süs sözcüğü, uydurulmuş sözcük, türetilmiş sözcük, uzatılmış sözcük, kısaltılmış sözcük.[2]
“Başka bir bağlama taşınmış, aktarılmış sözcükler” olarak tanımladığı, bir yönüyle de yabancı ya da alışılmamış sözcükler gibi gördüğü metaforları da dört grupta verir: cinsten türe aktarılan, türden cinse aktarılan, türden türe aktarılan, orantı (analog) yoluyla aktarılan.
Poetika kitabındaki örnekleri ve açıklamaları şöyledir:
“Gemim orada durdu.” (“demir atmak”, “durmak”ın bir türüdür, yani kapsamında yer almaktadır; cins, türün yerine kullanılmıştır.)
“Odysseus binbir iyilik yaptı.” (“binbir”, “çok”un bir türüdür; tür, cinsin yerine kullanılmıştır.)
“Bakırla onun ruhunu çekerek, bükülmez bakırla keserek” (“su çekmek” yerine “kesmek”, “kesmek/ayırmak” yerine ise “çekmek”. “Yaşam-kuyu” ve “ruh-su” ilişkilendirilmesi sonucu; kuyudan su çekmek suretiyle suyu eksiltmek ile yaşamı kesici bir nesne ile kesip eksiltmek arasında da bağlantı kurulmuş. Her ikisinde de “eksilterek alma” söz konusu. Aktarma, türden türe yapılmış.)
“Dionysos’un kalkanı” (“kupa” yerine “kalkan”), “Ares’in kupası” (“kalkan” yerine “kupa”), “ömrün akşamı” (“yaşlılık” için “akşam”), “günün yaşlılığı” (“akşam” için “yaşlılık”), “tanrıdan gelen ışınları ekerek” (“saçmak” yerine “ekmek-toprağa tohum saçmak”) sözlerindeki aktarmalar ise bir karşılaştırmaya (analojiye, orantıya, benzetmeye) dayanır.[3]
Retorik kitabında daha da ayrıntılara girer Aristoteles. Düzyazıda da kullanıldığını belirtir. İyi ve kötü kurulmuş örneklerini verir. Metaforların, salt anlamca değil, sözgelimi hecelerin ses uyumu bakımından da dikkatli kurulması gerektiği uyarısında bulunur. Ona göre metaforlarda anlayışa, kulağa, göze ya da herhangi başka bir duyuya güzel gelen ifadeler kullanılmalıdır. “Orantı metaforları”nın bu bakımdan en etkili tür olduğuna dikkat çeker.
Zaten Retorik’teki örneklerinin hemen hepsi “orantı (analoji, benzerlik) metaforu”na yöneliktir. Bu kez benzetme-metafor farklılığı üzerinde özellikle durur. “(Akhilleus) Düşman üzerine bir aslan gibi atladı.’ bir benzetmedir; ancak şair ‘Aslan atladı.’ deseydi bir metafor olacaktı.” diye örnekleyerek açıklar aradaki farkı. Aristoteles’in “Benzetmedeki açıklamayı ortadan kaldırırsanız metafor olur.” sözünün daha sonra genelde yanlış anlaşıldığını ya da yorumlandığını görürüz. Çünkü onun “benzetmedeki açıklama” kapsamında, pek çoğunun sandığı gibi yalnız “benzetme ilgeci” (gibi, kadar vb.) değil “benzeyen” de (Akhilleus, İdriesos, Euksenoz…) yer almaktadır. Önerim, Poetika ve Retorik’teki örneklere bir kez daha ve dikkatlice bakılmasıdır.
Aristoteles’in “metafor”u, anlam aktarmalarının geneline yönelik bir adlandırmadır.
İki: Cicero-Quintilian
Aristoteles’in “metafor”u (öte-aktarması) dört çeşitti, anımsayalım: cinsten türe, türden cinse, türden türe, orantılı (analog).
Önce Cicero (MÖ. 106-43), “Metafor, tek bir sözcüğe daraltılmış kısa bir benzetmedir.” der. Yani ona göre, metafor, sadece “orantılı metafor”la ilgilidir ve onun da tek sözcüğe indirgenmiş biçimidir. Quintilian (MS. 30-96) sürdürür bu yaklaşımı. Metafor, Ciceron’un da dediği gibi, benzetmenin kısa bir formudur (biçimidir); nesne, kıyaslama yoluyla bir başka şeyin yerine düşünülmekte, onun adı doğrudan diğerinin adı yerine kullanılmaktadır.
Bu dönemde, metafor, benzetmenin tek sözcükle kısaltılmış biçimi olarak görülmeye başlanmıştır.
Antik Yunan’ın ve Aristoteles’in “metafor”unun karşılığı “trope”tur artık. Sözcük bağlamında anlamsal, biçimsel, dizimsel her tür sapma için “figure (sapmaca)”, onun bir bölümü olan anlam sapmaları için ise “trope (değişmece)” terimleri kullanılmaya başlanır.
Figure’e söz sanatları içinde, söz sanatlarına ise retorik kapsamında yer verilir.
Antikçağ’ın sonları olan Roma dönemi tamamen retorik çağıdır. Sözün her yönü, anlatımın her türü incelenir, sınıflanır, tanımlanır. Yazarı tam bilinemeyen ama Cicero ve Quintilian’a atfedilen Rhetorica ad Herennium, Ciceron’un De İnventione ve özellikle De Oratore, Quintilian’ın Institutionis Oratoria (12 cilt) kitapları bu konuları içerir. Aristoteles’in kavramları bu kitaplarda açılıma uğratılır, sayfalarca anlatılır üstelik.
Quntilian’a göre, üsluplaştırılmış metin, kınından çıkarılmış kılıç gibidir. Dinleyiciler etkilenmeli, bir biçimde ikna edilmelidir. Ama yine de anlatım amaç değildir, araçtır; esas amaç hakikatin parlatılması olmalıdır.
Biraz önce de belirttiğim gibi, sözcüğün biçimsel ve anlamsal her tür değişikliği için figure[4], sadece anlamıyla ilgili aktarımları için ise trope denmektedir artık. Aristoteles’teki “metafor-eikôn (simile, comparasion)” ilişkisi tersine çevrilmiş, “metafor” kavramı daraltılarak yalnızca benzerlik ilişkisine dayalı değişmecelere (mecazlara) özgülenmiştir.[5]
Aristoteles’in diğer üç öte-aktarması ise kabaca metonimi kavramı kapsamında görülür. Anlam aktarımları; kapsamlayış (synekdoche), arıksayış (litotes, zaaf-ı suri), yayılmış eğretileme (alegori), karşıtlam (ironi), kişileştirme ve konuşturma gibi kavramlarla çeşitlenir
Metafor ve metonimi biçiminde genelde iki ana alt kavrama ayrılan değişmeceler (mecazlar, tropes) daha sonra özellikle Du Marsais (Traité des Tropes, 1730) ve Fontanier (Les Figures du Discours, 1821) tarafından kimi değişik sınıflamalarla daha da ayrıntılanıp açıklanır.
Aristoteles geleneği (anlam olaylarının dil düzleminde açıklanması) bu değişimlerle birlikte yirminci yüzyıla kadar uzanır.
Üç: Lakoff-Johnson (1980)
Metafor kavramıyla ilgili asıl dönüşüm, hatta kırılma, George Lakoff ve Mark Johnson’ın birlikte yazıp 1980’de yayımladıkları Metaphors We Live By (2003 baskısından “Metaforlar / Hayat, Anlam ve Dil” adıyla tercümesi: Gökhan Yavuz Demir, 2005) adlı kitaplarıyla yaşanır. Çağdaş (Kavramsal) Metafor Kuramı dönemi başlamış olur böylece.
Platon’dan yirminci yüzyıla kadar, dil, kabaca iki bölümde ele alınıyordu. Nesneye, dış dünyaya uygunluk gösteren, onu âdeta resmeden sözlüksel (lafzi, literal) dil ve ondan sapma olduğu kabul edilen figüratif dil. Böyle bir sapmanın, gerçeklikten uzaklaşmaya, hatta kopuşa yol açtığı ileri sürüldü zaman zaman. Sözgelimi Platon, bu dili kullandıkları için şairlerin devletten kovulmasını istedi. [6] Aristoteles, hocası Platon’un yaklaşımını sürdürmedi, dili daha farklı değerlendirdi. Sonraki dönemlerde uzun süre devlet yönetiminde, felsefede ve özellikle din çevrelerinde -her ne kadar yanıltıcı biçimde salt metafor denilse de- mecaz (trope) çokça tartışıldı ve eleştirildi. Figüratif dil Ortaçağ’da bir ara yasaklanmaya bile kalkışıldı üstelik.
Dili tam karşıt yönden değerlendirenler de çıktı sonraları.
Kant’ın, poetik-dilsel metaforun, esas olarak imgelemin konusu ve yaratıcı yönünün dışavurumu olduğunu ileri sürmesi, -geleneksel anlayışa aykırı olduğu uzun zaman anlaşılmasa da- yirminci yüzyılın ikinci yarısında ilk kıvılcımı çakacaktır. Mark Johnson’ın Kant okumaları kavramsal metafor kuramının çıkış noktalarından biri olacaktır.
Rousseau, doğrudan dilin temelinin figüratif dil olduğunu ileri sürer, “Figurel dil literal dilden önce gelir” der (Dilin Kökeni Üzerine Deneme, 1781).
Romantik sanatçılar, özellikle şairler Kant ve Rousseau’nun görüşlerini coşkulu bir biçimde sahiplenirler. Nietzsche, Romantiklerin dille ilgili yaklaşımlarını daha ileri taşır, dilin temelini metafora bağlayıp metafor-düşünce özdeşliğini kurar. (Rhétorique at langage, 1872-1875 / 2008, retorik ders notları). “Hakikat”in metafor, metonimi vb. yollarla kurgulandığını ileri sürer.
Metaforu dil alanından düşünce alanına gerçek anlamda taşıma girişimini bir başkasında görülür aslında: I. A . Richards (The Philosophy Of Rhetoric, 1936). Kant, Rousseau, Nietzsche metaforu daha önce hayli ilginç biçimlerde ele almış olsalar da felsefeye taşıyan, metaforun nasıl çalıştığına ilişkin zihin açıcı düşünceler ortaya koyan Richards olmuştur.
Daha önceki tartışmalar hep retorik bağlamda kalmış, dilden hareketle yapılmıştır. Anlam, dil ve retorik olguları, baştan beri felsefenin tartışma konuları içinde de ele alınmıştır ama yine de gerçeklik (hakikat)-dil ilişkisi bağlamı dışına pek çıkılamamıştır. Eğretileme (metafor) kavramı da felsefi bir kavram olarak tartışılmakla birlikte hep retorik merkezli düşünülmüştür.
Richards de, “Düşünce metaforiktir” diyerek daha ileri bir adım atsa da bilişsel bağlama, metaforun kavramsal boyutuna ve dil içindeki sistematiğine geçiş yapamamıştır.
Max Black, “Metaphors” (1954) adlı makalesi ile Richards’ı gündeme, dilsel bağlamda da daha ileri boyuta taşır. Metafor ile ilgili kuramsal yaklaşımları sınıflamasıyla ve ileri sürdüğü düşüncelerle bu makale bir köşe taşı niteliğindedir.
Tüm bu gelişmelere karşın, metafor, hâlâ dil bağlamında, en çok, bu alandan düşünce alanına doğru ele alınan bir kavram konumundadır.
Platon’dan yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar süren, anlamı ve metaforu gerçek (lafzi, literal) dil – değişmeceli (mecazi, figüratif) dil ayrımına göre değerlendiren anlayıştan tam kopma, George Lakoff ve Mark Johnson’ın kitaplarının yayımlanmasıyla gerçekleşir (1980). Yazarların yaklaşımı, var olan anlam-metafor kuramlarının genişletilmesi, kimi yamalarla yenilenmesi değil, kökten değiştirilmesi iddiasını taşıyordu.
Onlara göre metaforların mekânı, sözcüklerden çok kavramlar dünyasıydı. Bir başka deyişle; bilişsel ve düşünsel düzlemdi, hatta gündelik deneyimler, bedenin yaşam içindeki eylemleri zeminiydi. Dil ise tüm bunların yansıdığı, söze döküldüğü, dışa vurulduğu bir düzlemdi.
Metaforun özünün, bir şeyi başka bir şeye göre anlamak ve deneyimlemek olduğunu belirttiler. Geleneksel metafor anlayışı bu iki şeyi sadece dil alanında ele alıyor, bunların kavramsal olduğunu gözden kaçırıyor, daha doğrusu göremiyordu. Metafor, anlambilimsel (semantik) bir sapma olmanın ötesinde, esas olarak düşünsel-kavramsal alana ilişkin olduğu için literal (lafzi)-figüratif dil ayrımı gerçekliğe tam uymuyordu, dil merkezli anlayış olduğu için yanlıştı ve terk edilmeliydi.
Kavram sistemimizin önemli bir kısmının metaforik özellik taşıdığını keşfetmişlerdi. Metaforik işleyiş, bilinçli ya da bilinçsiz fark etmeksizin gündelik yaşamda ve bilişsel-zihinsel yapıda her zaman işbaşındaydı. Öğrenme, zihinde daha önce var olan kavramlarla benzerlik ve bitişiklik ağının ama esas olarak bnzerliğin devreye girmesiyle gerçekleşiyordu.
Lakoff-Johnson, “Metaforlar temelde doğası itibariyle kavramsaldır, metaforik dil ikincildir.” tezlerini çok sayıda örnekle açımladılar. Kitaplarındaki ilk örnek olan “TARTIŞMA SAVAŞTIR” kavramsal metaforuyla ilgili açıklamalarını burada kısaca aktaralım şimdi.[7]
Bu kavramsal metaforda, esas olan yani anlatılmak istenen kavram (amaç, hedef) “tartışma”, ikincil kavram (araç, kaynak) ise “savaş”tır. “Tartışma”nın “savaş” yoluyla anlaşılma ve bu durumun dile yansıma biçimleri şöyledir:
Bu tümcelerdeki eğik yazılı sözcüklerin aslında “savaş”la ilgili olduğuna, “savaş” bağlamından (düzleminden) “tartışma” bağlamına aktarıldığına dikkat. Soyut ve anlaşılması, dolayısıyla anlatılması zor bir kavram (“tartışma”), algılanması daha kolay ve somut bir kavram (“savaş”) yoluyla anlaşılabilir ve anlatılabilir biçime getiriliyor. Aslında zihnin işleyişi genelde böyledir.
İddialarınız savunulamaz.
Argümanımdaki her zayıf fikre saldırdı.
Eleştirileri doğrudan hedefini vurdu.
Argümanı yerle bir etti.
Onunla bir tartışmada asla galip gelemedim.
Kabul etmiyor musun? O zaman ateş!
Argümanlarımın hepsini yerle bir etti.
Saptanamayacak kadar ilişki ağı ile dolu zihnimiz, düşünce ve algı sistemimiz. Bu ilişki ağı en çok benzerliklerden oluşuyor; her yeni duyu, duygu, düşünce bunlar (benzerlikler) üzerinden algılanıyor, kavranıyor. Dil de aynı türden ilişki ağı dolu, bunlar aracılığıyla işliyor elbette. Yaşam deneyimimiz ve düşünce dünyamız, böylece zihinde ve dilde haritalamalar oluşturuyor, bunlar üzerinden var oluyor, gelişip dönüşüyor…
Lakoff-Johnson’ın metafor anlayışlarının ilk dönemi Kavramsal Metafor Kuramı olarak adlandırıldı. Bu anlayış hızla yayıldı, dil ve felsefe dışına taştı. Politikanın, psikolojinin, fiziğin, matematiğin “kalbindeki metaforlar” keşfedildi. İkinci dönem Sinirsel-Bilişsel Metafor Kuramı adını aldı. Birincil- ikincil metaforlar, harmanlama gibi kavramlaştırmalar söz konusuydu artık.
Kavramsal / Bilişsel Metafor (Eğretileme) Kuramı, daha genel adıyla Çağdaş Metafor Kuramı, günümüzde edebiyattan yapay zekâya, eğitimden psikiyatra ve sinirbilime hemen her alanda yaygın biçimde uygulanıyor, araştırma ve çözümlemelerde çokça yararlanılıyor ondan. Bu bağlamda, dilin eğretilemeli işlevi, neredeyse tüm çağdaş sosyal ve özellikle beşerî bilimlerin kesişimini oluşturmaktadır.
Sonuç
Dilin anlam boyutunun ya da düzleminin en önemli kapitone noktalarından biri, metafor (eğretileme). Metafor kuramının başat kapitone noktaları ise Aristoteles, Cicero-Quintilian ve Lakoff-Johnson.
Bunların bilincinde olmazsak, olamazsak metafor bilgi ve bilincimiz buruşuk, topaklı, kullanışsız olacak. Bir başka bakışla, dilin-anlamın metaforik haritasını okuyamayacağız, anlamlandıramayacağız, dolayısıyla doğru kullanamayacağız. Akademik dünya bunun örnekleriyle dolu. Kavram karmaşasının en önemli nedeni, bu kapitone noktalarının bilinmiyor, gözden kaçırılıyor, öneminin anlaşılmıyor olmasıdır.
Kaynakça
AKTAŞ, A. Onur (Hazırlayan), Nietzsche ve Dil, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2017.
ARİSTOTELES, Poetika, Çeviren: İsmail Tunalı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1987 (ilk baskı:1960).
—————– Poetika / Şiir Sanatı Üzerine, Eski Yunancadan Çeviren: Furkan Akderin, İstanbul: Say Yayınları, 2011.
—————– Retorik, Çeviren: Mehmet H. Doğan, İstanbul: YKY., 1995.
BLACK, Max, “Metaphors”, Proceedings of the Aristotelian Society, New Series, Vol. 55 (1954 – 1955), pp. 273-294.
CICERO, “On the Character of the Orator.” In Cicero on Oratory and Orators, (Translated And Edited By J. S. Watson), Carbondale, III.: Southern Illinois University Press, 1970.
ERKMAN-AKERSON, Fatma (hazırlayan), Mimesis’i Okumaya Başlarken ( Erich Auerbach: Mimesis-Batı Edebyatında Gerçekliğin Temsili / Bir Özet Denemesi), İstanbul: İthaki Yayınları, 2015.
FONTANIER, Pierre, Les Figures du Discours, Parıs: Flammarion’un 1997.
KIRBY, John T., “Aristotle on Metaphor”, The American Journal of Philology, Vol. 118, No. 4 (Winter, 1997), pp. 517-554. (http://www.jstor.org/stable/1562051 (17/09/2008).
LAKOFF, George, Mark Johnson, Metaphors We Live By, Chicago and London: The University Chicago Press, 1980.
————— Metaforlar / Hayat, Anlam ve Dil, Tercüme: Gökhan Yavuz Demir, İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2005.
MARSAİS, César du, Traité des Tropes, 1730, obvil.sorbonne-universite.fr/corpus/oritique/dumarsais_tropes (04.03.2023)
NİETZSCHE, Friedrich, Rhétorique et langage, Philippe Lacoue-Labarthe et Jean-Luc Nancy éd., Chatou, Les Éditions de La Transparence 2008.
PLATON, Kratylos, Eski Yunancadan Çeviren: Furkan Akderin, İstanbul: Say Yayınları, 2015.
ROUSSEAU, J.-J., Dillerin Kökeni Üstüne Deneme (Çeviren: Ömer Albayrak), İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2007.
RICOEUR, Paul, The Rule of Metaphor, London and New York: Routledge Classics, 2003. (s. 28)
RICHARDS, İ, A ., The Philosophy of Rhetoric, London: Oxford University Press, 1965.
UĞUR, Nizamettin, Anlambilim / Sözcüğün Anlam Açılımı, İstanbul: Doruk Yayınları, 2023 (Genişletilmiş 3. Baskı)
—————- Anlamın Bulanık Sularında, Ankara: Kurgu Kültür Merkezi Yayınları, 2014.
QUINTILIANO, Marco Fabio, Instituciones Oratorias, Biblioteca Virtual Universal, www.biblioteca.org.ar.
—————- Institutio Oratoria, Napoli: CLL Classici Latini Loffredo, 2009.
NOTLAR
[1] “Kapitone” sözcüğü Latince “caput, capit (baş)” sözcüğünden geliyor. Sonra “capitone” (büyük baş)” olmuş. Fransızcaya “capiton (yün veya ipek topağı) ve “capitonné (topak şeklinde bir dikiş tarzı)” biçimiyle geçmiş. Sözcükler bu anlamıyla ve giderek haritacılık, felsefe vb. disiplinlerindeki yeni anlamlarıyla diğer dillere geçerek yaygınlık kazanmış.
[2] Aristoteles çevrilerinde farklılıklar söz konusudur. Bu durum, Metafor Yazıları dizisinde ayrı bir yazının konusu yapılacaktır.
[3] İlk iki aktarmaya daha sonraları kapsamlayış (sinekdoki) adı verildi. Kapsamlayış (tür-cins ve parça-bütün ilişkileri) ile düzdeğişmece (metonimi) (nesne-amaç, kapsayan-kapsanan, neden-sonuç vb.) arasındaki ayrım geleneksel retorikte pek açıklanamamıştır (U. Eco ve P. Ricoeur da bu görüştedir zaten.). Ben, gerek Anlambilim / Sözcüğün Anlam Açılımı kitabımda (Doruk Yayınları, genişletilmiş 3. Baskı, Ocak 2023) gerekse diğer kitap ve yazılarımda bu ilişkilerin hepsini -belagat anlayışımızda olduğu gibi- düzdeğişmece içinde ele aldım… Aristoteles’in üçüncü türü ise, eylemler arasında türden türe aktarma olmakla birlikte “kuyu (su)-yaşam (ruh)” ilişkisi bakımından dördüncü türe daha uygun düşmektedir. Yazının ileri bölümlerinde açıklayacağım ama yeri gelmişken burada da belirteyim: Aristoteles’in dördüncü türü olan “orantı metaforu”, çağdaş düşünürlerce (Nietzsche’den P. Ricoeur’e), asıl metafor olarak kabul edilir (diğer türlerine ise metonimi denecektir.).
[4] “Figure (figura)” sözcüğü, kavramı ve anlayışının nasıl ortaya çıktığını ve tarih içinde nasıl bir seyir izlediğini öğrenmek için Erich Auerbach’a başvurulabilir (Fatma Erkman-Akerson, Mimesis’i Okumaya Başlarken, s. 205-226).
[5] Paul Ricoeur’ün The Rule of Metaphor adlı kitabının ilk bölümündeki üçüncü ara başlığı anımsatalım burada: “An enigma: metaphor and simile (eikôn)” (Bir muamma: metafor ve benzetme) (s. 26).
[6] Platon’un anlayışını burada biraz açmakta yarar var. Antik Yunan ve Roma döneminde bugünkü anlamda sanat ve zanaat tek kavramla karşılanıyordu: Techne. Marangoz, mimar, heykeltıraş, yönetici (söylevci), şair, hatta hekim… doğrudan gündelik yaşam için üreten, iş yapan kimselerdi. Pratik amaçlar esas olduğu için, her birinin yaptığının kendinde ne olduğu değil, salt işlevi önemliydi.
Platon’un ontolojisinde üç katman vardır. İlk ve en üst katman, idealar (kavramlar, değişmez özler) dünyasıdır. Asıl gerçeklik (hakikat) bunlara, buraya ilişkindir. İkinci katman, ideaların kopyası, bir başka deyişle yaşama yansıyan gölgeleriydi: yaşam içinde üretilen masa, ev, ilaç… Üçüncü katman taklit (mimesis) ürünleriydi, ikinci katmandakilerin taklidi olan heykel, resim, tiyatro (şiir)…
Platon’un örneğini kullanalım burada. Elimizde üç sedir vardır: asıl “sedir” (“sedir” ideası, Tanrı’nın yarattığı), marangozun yaptığı “sedir”, ressamın (bizim konumuz bağlamında şairin) yaptığı “sedir”. Tanrı, yaratıcı; marangoz, yapıcı; ressam (şair), taklitçi. Ressam, gündelik yaşamdaki bir şeyin kendisini değil, görünüşünü çizdiği için o şeyin ancak bir kısmını verebilmektedir. Taklidin (gölgenin) taklidi (resim, tiyatro, şiir) doğal olarak hep eksik bilgi içerecektir.
Platon, şairlerin, tragedyaları örnekleyip çözümleyerek, üç tür iş yaptığını söyler: doğrudan anlatmak (diegesis), yapıttaki kişilerin ağzından konuşarak anlatmak (mimesis) ve bu ikisini birlikte yapmak.
Şairler, gündelik gerçekliği eksik, hatta değiştirerek aktardıkları, başka bir deyişle sözcükleri sıradan, bilinen anlamları dışına çıkardıkları için (işte bu “metafor”dur, günümüz bağlamında mecaz) zararlıdır. Platon onları “devlet”ten kovar, kovulmasını önerir.
İkili karşıtlıklar (idealar-gölgeler, görünüş-gerçeklik, duyulur-düşünülür, aşkın-içkin, mitos-logos, iyi-kötü…) üzerine kurulu Platon felsefesinde elbette üçüncü katmana aslında yer yoktur.
Retorik, daha doğrusu retoriğin aşırı, abartılı kullanımı zararlıdır Platon’a göre. Sofistler ve onların sanatı olan retorik ile hesaplaştığı Gorgias diyaloğunda, retoriği, “sözle ikna etme gücü” biçiminde tanımlayarak mahkûm etmiştir. Retoriğin, seçmenlerin ikna edilmesi, başka deyişle, bir kandırma ya da aldatma ilkesine dayanması nedeniyle, Platon, onunla ilişkili kıldığı demokrasiyi (demos: halk, kratos: iktidar, erk) de zararlı yönetim biçimleri içinde sayar.
Bu anlayış, Ortaçağ Avrupa’sında, sözgelimi İngiltere parlamentosunda genelde retoriğin, özelde metaforun yasaklanması tartışmalarına kadar varır. Ortaçağ Avrupa teolojisinde de işte bu nedenle uzun süre zararlı görülür.
[7] Lakoff ve Johnson’ın, dilsel-kavrayımsal (zihinsel) metafor ayrımı için buldukları pratik bir yol vardır: Salt düşünceye, yani kavrayıma ilişkin olanları tamamen büyük harflerle, dilsel olanları normal yazım kurallarına göre yazmak. Bu ayrımın farkına pek varılmadığını ya da gözden kaçırıldığını görüyoruz. Kısaca şöyle açıklayabiliriz: “TARTIŞMA SAVAŞTIR”, algı-kavram olarak değil de bir söz olarak ele alınırsa metafor değil benzetme (simile) ile karşı karşıya kalırız. Amaç (hedef alan, tenor, konu) ve araç (kaynak alan, vehicle), bir başka deyişle iki taraf, benzetmelerde birlikte, aynı anda yer alırken metaforlarda bunlardan yalnız biri yer alır.
#Varlık dergisinde yayımlanmıştır (Ağustos 2023).
- ARİSTOTELES NASIL ÇEVRİLMELİ? - Temmuz 20, 2024
- ROUSSEAU VE NİETZSCHE: MECAZİ KANKALAR - Şubat 5, 2024
- METAFOR KURAMININ KAPİTONE NOKTALARI - Aralık 24, 2023