“Re. DEFTERİ”
Günlük

“Re. DEFTERİ”

“Re. DEFTERİ” İLE İLGİLİ BİRKAÇ SÖZ

Aynı defter ve kalemden ikişer adet almıştı Re. Büyükada’da. “Birlikte aynı anda başlayalım bu deftere günlük yazmaya.” dedi.

Aynı anda, aynı yerde -biraz sonra sözünü edeceğim lokantada, yemekten sonra- yazdık ilk günlüklerimizi. Sonra ben onun yazdığını okudum, o benim yazdığımı…

İki üç yıl sonra, bir yaz günü, ayrıldık. İstanbul’da, Moda’da… Hâlâ haberleşiyoruz ama. İyi anlaşıyoruz, birbirimizi iyi anlıyoruz çünkü.

Bende hâlâ duruyor bu defter, Re., neler yazdı defterine, sonra ne yaptı onu, bilmiyorum…

NOT: Başlıklar ve başlık altı sözler yayın düzeni gereği sonradan konulmuştur.

RASTLANTI / Hayatın en önemli yanı belki. Şu an benim burada olmam rastlantı.

Re. Defteri, 08.08.2009, 11.35, Büyükada, İstanbul

Hemen her yemeği az alarak yemek çeşitlerini çoğaltma yoluna gittik. Birer küçük şişe su, sonunda bir tatlı. Nasıl da iştahla yenildi.!.. Lokantacıya, çay içebileceğimiz bir yer var mı buralarda, diye sorduğumuzda; ben ikram edeyim, dedi. Sonra iki çay getirdi.

Hava bir sıcak, bir serin.  Birden martı sesleri gelmeye başladı. Dönüp sağıma, lokanta dışına baktım, nedenini bulamadım… Öğle yemeği kalabalığı azalmaya başlamış, onu fark ettim o an. Midelerimizdeki ağırlık biraz azaldığında bira içeceğiz.

Bira içeceğiz. Ben içki seven biri değilim ama böyle anlarda güzel gidiyor. Ne kadar da hoş oluyor; hafif gevşemesi zihnin ve bedenin, iç disiplinin çözülmeye başlaması… İşte o an kiminle içtiğin daha da anlam kazanıyor.

“Oh be rahatladım!” diyor Re.. Zaten bu lokantayı, yemekleri de bu amaçla seçmiştik. İştahla yenilecek yemeklerden ağızda ve ağızdan uzanan beyinde yemek hazzı hissetmek için.

Hayat hem çok garip hem de çok normal. İç içe bunlar. Biz garip buluyoruz onu, onu biz normal buluyoruz. Böyle hâllere gereksinim duyan, böyle yorumlayan da bizleriz.

Hayat!.. Neredeyim şimdi, yarın nerede olacağım? Önemli mi peki? Hayat üzerine üretilen bu tür düşünceler, beynimizin bir etkinliği olarak karmaşadan kaosa, kaostan yalınlığa ve duruluğa gitgellerin hazzı, yaşadığımızın kanıtı mı yoksa? Evet, öyle… Yaşadığımızı, geçen her anı kendimize hissettirmeye gereksinim duyuyoruz.

Sonra uzaklara bakıyorum. Denize, göğe. Martılara, insanlara. Farkına varmadan beynimle bakmaya başlıyoruz. Sözgelimi yarım saat önce, elindeki çatalda yiyecekle annesini, bir başkası babasını koşturuyordu üç dört yaşlarındaki ufaklıklar. Onlar şu an ortalıkta gözükmüyor ama beynimdeki gözlerde hâlâ onlar. Bunlar da yaşadığımızın küçük kanıtları, daha doğrusu yaşadığımız hissetmemizin.

Sıcak azalmış biraz…

Neredeyim ben şu anda? Hayatta. Büyükada’da. Bir lokantada. Bir boşlukta, bir ufacık dolulukta. Sanki buğulu bir uzamda, şaşkın.

Böyle olmak ister miydim? Bilmiyorum. Bir an kaptırdım kendimi bu cumartesi gününün akan ırmağına, bir saman çöpü gibi…

İstanbul… İlgimi hep çekmiştir. Yaşamak için gelmek isteyip gelemediğim, gelmediğim kent.

Ara vereceğim yazmaya.

*

Saat, 15,15. Saçmalamaya başladığımı düşünerek kesmiştim yazmayı. Şu an yine saçma sapan düşünceler içinde olduğumu düşünüyorum. Saçmalığımın derinleşmesi, derinleşme olasılığı canımı sıkmıştı aslında.

Her şey saçma belki.

Dün akşam bir tv’de evrim-yaratıcılık tartışması vardı. Konuşanlar, yaratıcılığı tezi yanlılarıydı. Evrimcilik tezinin rastlantılar üzerine oturduğunu, oysa mükemmel bir düzenin olduğunu, bunu bir çocuğun bile görebileceğini tekrarlayıp durdular. Saatler boyu konuştular bu zeminde. Ne garip, bana da, onların neredeyse her söyledikleri çocukça geldi.

Rastlantı. Hayatın en önemli yanı belki. Şu an benim burada olmam rastlantı.

Telefonum çaldı. Bırakıyorum yazmayı.

edebiyatkafe
Latest posts by edebiyatkafe (see all)

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir