Sanattaki Din
Deneme

Sanattaki Din

Sanatın işlevinin ne olduğu üzerine pek çok tez bulunmaktadır. Genelleme ve indirgemelerin ötesinde günümüzde kanımca bunlardan en önemlisi, onun modern seküler insan üzerinde dinin işlevinin büyük bir kısmını üstlendiği tezi. Elbette bunun da pek çok tez gibi koşullu, büyük ölçüde doğruluk payı olsa da “eksik doğru” bir tez olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir.

Bu bağlamda sanat, günümüzde toplumsal yaşamın çelişkileri ve yabancılaşma kıskacındaki modern seküler bireyin en önemli sığınma alanlarından. Bu alan çoğu zaman benim sıklıkla ‘ruhsal’ sözcüğünü karşılamakta kullandığım ‘zihinsel’ bir alan. Doğaya kültürle karşı koyan insanın teknolojinin aşırı gelişmesiyle ona ve sonuçta kendine yabancılaşması sonucu yaşadığı zihinsel karmaşayı(ruhsal kompleksi) gideren, sönümlendiren ve ruhsal(zihinsel) bütünlüğü sağlamaya yardım eden bir alan.

Her sanatsal etkinliğin, bu arada herhangi bir edebi metin okumanın ayinsel bir yanının olduğunu, hatta kimi zaman böylesi bir etkinliğin doğrudan bir ayine dönüşebildiğini söylemek mümkün. Bir tür ayine dönüşen sanatsal etkinliklerde Tanrının yerini şarkıcı, şair, sanatçı almıştır demek bilmem abartılı mı olur?.. Ne de olsa sanatçı da Tanrı gibi genel olarak iyiyi ve güzeli vaz etmekte, kötü ve çirkini yermektedir. Aslında dinin ve sanatın bu genel ilkesi, her ikisini de yaratan insanın, bunları yaratmaktaki temel amacının toplum yararını gözetmek olduğu söylenebilir.

Sanat ile din arasında benzeşimler kurmam, sanatın amacının illa dinsel temaları işlemek veya herhangi bir dinsel inancı empoze etmek anlamına gelmediğini de belirteyim. Sanat ile din arasındaki benzeşimler sanatın ve sanatçının nerelerden evrilerek ortaya çıktığına dair çıkarsamalar yapabilmemizi sağlayabilir.
Bu bağlamda modern sanatçının; resim, şiir, tiyatro, müzik, dans, hatta heykel yeteneğini bir arada üzerinde barındıran şamandan evrilerek türlere göre ayrıştıklarını ve böylelikle ortaya çıktıklarını ileri sürmek mümkündür. Şamandan türemiş ve sonuçta tanrısal rolü üstlenmiş sanatçı dinselliğin çocuğudur diyebiliriz.

Modernizm ile birlikte bilimlerde ve sanatlarda dinden kopuş büsbütün belirginleşmiştir. Kopuş desem de varılan bu nokta, Tanrı’dan ve dinsellikten büsbütün kurtuluş anlamına gelmiyor. Nietzsche Tanrı’nın öldüğünü söylemiştir. Fakat yaratıcı ve bilge biri olarak onun Niezsche’de tezahür ettiğini ileri sürebiliriz. Hatta bununla kalmayıp Niezsche’nin Tanrı’yı ‘üst insan’a ‘indirgeyerek’ kutsamayı sürdürdüğünü de söyleyebiliriz.

Şiire, heykele, resme karşı çıkan dinsel savların nedeni yalnızca sanatçının Tanrısal özelliği ile sınırlı değildir. İşi sanat yapıtını bir tapınç ürünü; bir put olarak görmeye kadar götüren tutumlar da vardır. Kendi ideolojik tutumlarıyla onlar, Tanrı’nın ve dinin Tanrısal sanatçı aracılığıyla sanat yapıtlarına ve edebiyata bir şekilde sirayet ettiğini düşünerek(şirk koşma) reddetmekteler. İşin bu kısmı bir yana, sanatçılar, hatta ateist olanlar bile genel anlamda dinin temelde vaz ettiği iyiliğin ve sakınılması gerektiğini ileri sürdüğü kötülüğün gereklerine göre etik tutum takınırlar.

Her başarılı sanatsal etkinlik ve edebi metin okuma, yapıttaki yaratıcılıktan kaynaklanan ‘tanrısal’ yön ile yüz yüze gelme, ona duyulan hayranlık, boyun eğme ve teslim oluşla sonuçlanır. Bu işleyişin istisnaları olsa da genel olarak durum budur.

Edebi metnin kurgu(uydurma!) olduğunu bile bile anlatılanın gerçekliğine ve yazarına inanmakla, tanrı ve peygamberine inanmak arasında bir benzerlik olmadığını kim söyleyebilir? Metin boyunca çeşitli duyguların gelgitleri arasında salınmak, herhangi bir dinsel rivayeti dinlerken yaşanan cezbe hali nasıl da benzerdir!

İçtenlikle katılınan her ritüelde olduğu üzere konser, tiyatro oyunu, film gösterimi ve kitap okuma etkinlikleri zihinsel kirlilikten arınmayı (katarsis) da içerir. Bunun vaftizle, hataların bağışlanması arzusuyla ve insanın bilinçdışında her an bulunan bu ölümlü dünyada henüz yaşıyor olmanın teselli arayışıyla doğrudan bir ilgisinin vardır. Yanılsama, aldanma, teslimiyet yoluyla arınma arzusu, yalnızca muhafazakâr insanın yaşamının belirleyici unsuru değildir. Her ne kadar kabullenmekte güçlük çekse de benzer işleyiş ve arınma arzusu, modern dünyanın seküler insanının da yaşamının önemli ölçüde belirleyicisidir.

Toplumla çelişkilerinin sonucu olarak bilinçdışının bireyin zihnini kirletmesi ile gerçeklikten kaçış ve arınma arzusunu ortaya çıkar. ‘Kaçış edebiyatı’nın kaynağının bu olgu olduğu söylenebilir. Bazen herhangi bir ideolojik alan, ama çoğunlukla din veya sanat, bireyin zihinsel dünyasındaki kirlilikten kaçma ve arınma arzusunun iki alanı. Bu alanlarda başka bir gerçekliğin içinde, akışa kendini bırakma ve teslim oluş söz konusudur. Bir sanatsal etkinliğe maruz kalmış ya da bir yazınsal yapıtı okumakta olan birinin yaşadığı süreçlerin dinin etki alanındaki muhafazakâr insanın ritüeller sırasında yaşadıklarına benzediğini söyleyebiliriz.

Tüm bu süreçlerin başından sonuna kadar Aristo’nun katarsis dediği arınma (arzusu) olgusu önemli yer tutar. Yanılsama, aldanma ve teslimiyet olmaksızın katarsise ulaşmak ve böylelikle bir sanat yapıtından en yoğun biçimde hazlar almak, ‘yarar’lanmak mümkün değildir…

Demek ki bir sanat yapıtı, tıpkı dinlerde olduğu üzere daha baştan alımlayıcısından kendisine katılması için yanılsama, aldanış ve teslimiyet talep etmektedir.

Olağanüstü işler başaran kahramanın mitolojik, ‘tanrısal’(dinsel) bir yanı olduğunun Gılgamış Destanı’ndan başlayarak pek çok destanda izini sürmek mümkündür. Edebiyat mitoloji ile başlar tek Tanrılı dinlerin rivayete dayalı hikâyeleriyle gelişir. Ancak yüzyıllar boyunca süren bu aşamalardan sonra bu hikâyeler, daha dünyasallaşır ve ideal ‘kahraman’lar daha kusurlu insani özellikleri ile ‘karakter’ler haline gelirler. Bütün bu gelişim süreçlerinin sonunda dinsel olanın modern sanat ve edebiyat yapıtlarına içkin olmadığını söyleyebilir miyiz?

İnsan, bir yapıtın içinde meraklanacak, merakını giderecek, yeni şeyler öğrenecek, başkalarının deneyimleriyle kendininkileri karşılaştıracak, kendisiyle yüzleşecek, daha iyi ve güzele kavuşma arzusunu tatmin edecek ve sonunda arınmaya ulaşarak kendini bir dahaki döngüye kadar aklayacak… Bu süreçler boyunca git gide daha hoşgörülü, empati yeteneği gelişkin, ‘yüce’ duygululuğa sahip, duyarlı, daha iyi, hatta ‘kâmil’ bir insan olacak.

Sanat yapıtını ‘gündüz düşü’ olarak alımlayıcıya sunmak ve ona gösterilen bu düşsel(kurmaca) dünya ile onun bilinçdışını temize çekmenin psikanalitik bir yorum olarak büyük bir gerçeklik payına sahip olduğunu biliyoruz. Aslında izlenen ya da okunan sanatsal yapıt, bireyde doğrudan doğruya rüyanın işlevini gerçekleştirmiş olur. Birey rüyalar aracılığıyla zihinsel(ruhsal) arınmaya ulaşır. Uykunun bireyin tamamen bilinçsiz kaldığı bir süreç olduğunu ve teslimiyet hali içerdiğini de gözden kaçırmayalım.
Dikkat edilirse, dinlerin en önemli özelliklerinden biri olan arınma; vaftiz, abdest, namaz, oruç döngüleri ile kendini dışa vuran ritüeller veya ritüel parçalarıdır.

Dinsel alandan çıkarak toplumla daha derin çelişkiler içine giren büsbütün yabancılaşmanın omuzlarını çökerttiği modern insanın ‘gündüz düşü’ sanat yapıtlarıyla sağaltadurduğu ruh(zihin) ve yeniden yeniden kavuştuğu ruhsal(zihinsel) arılık ve bütünlük günümüzde sanatın en önemli işlevlerinden biri haline gelmiştir.

edebiyatkafe
Latest posts by edebiyatkafe (see all)

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir