Mayakovski ve Trajedisi
19 Temmuz 1893 Mayakovski’nin doğum tarihi. 130 yaşını doldurdu. Vladikafkas-Tiflis adlı şiirinde Gürcü olduğunu belirten Mayakovski, babasının Kazak, annesinin Ukraynalı olduğunu söyler. Ana dili Gürcücedir. Kafkas halklarına özgü olarak uzun boyludur: 189 cm. Onun doksan beşinci yaşı ile ilgili İzvestiya gazetesinde yayımlanan bir makalenin çevirisini Promete dergisinin ilk sayısında yayımlamıştım. Onun yarına kalıp kalmayacağı ile ilgili soruya yazının başlığı yanıt niteliğindeydi: Yüz Yıl Sonra Uğrayın!
Aynı günlerde gazeteci Haluk Şahin Sovyetlerin çözülmesinden yola çıkarak 21 Ocak 1992’de “Nâzım Hikmet Yarına Kalacak mı?” başlıklı bir yazı yayımlamıştı. Onun bu yazının başlığına gönderme yaparak ben de kendimce yanıt vermiştim: “1000 yıl sonra uğrayın!”
Mayakovski, harika bir şiirde şairin işçi, şiir yazmanın da üretim olduğunu söyler. Bu savda bir oranda gerçeklik payı olsa da buna kendisine yönelik eleştirilere verdiği yanıt olarak bakmalıyız. Mayakovski Gökte adlı şiirinde kendisine çevresindekilerin bakışını şöyle dile getirir: “Önce homurdandılar bana karşı / Aylak, boşta gezenin biri!” dediler…
Antalya’daki bir toplantımızda sanatın artı değerin yan ürünü olduğunu dile getirmiştim. Sanatsal uğraşı her şeyden önce bolca zaman gerektirir. Geçmişte sanatçıların aristokrat ve burjuvalar arasından çıkmasının temel nedeni el konuşmuş artı değere miras yoluyla sahip olmalarıdır. Oysa bizim sınıfın çalışmaktan, emeğini satmaktan başka çaresi yoktur. Cemal Süreya’yı anarak söylersem, geceleri çok kısadır bizimkilerin, dörtnala sevişmeleri lazımdır. Aslında Mayakovski’nin tutumu bir yanıyla kendi sınıfsal bilincine vurgu yaparken bir yandan da sanatını ortaya koyma sürecinde ekmeğini kazanmak zorunda oluşunun ifadesidir. Benzer bir durum Gorki için de geçerlidir. Mayakovski, şairin, tıpkı kendisi gibi sınıfsal mücadelenin neferi olduğunu dile getirmektedir. Elbette politeknik eğitimle kafa ve kol emeğinin birleştirilebileceğini de Sovyet deneyiminden biliyoruz.
Mayakovski, şiiri esin perilerinin insafına bırakmaz, onun mistik bulutlar eşliğinde kutsanmasına karşı çıkar. Bilgiyi ve bilinci esas alan bir şiir ve sanat anlayışındadır. Bunu yaparken de her gün düzenli, kesintisiz bir şekilde çalışmayı önkoşul sayar. Ona göre şairin, sanatçının bilimsel gelişmelerden, tarihsel verilerden, gündelik yaşamdan haberdar olması gerekmektedir. Onun şiir anlayışının bir başka yanı da, sanatların sınırlarının net bir biçimde çizilmesi gerektiği düşüncesidir. Mayakovski’ye göre, bir metin, ancak şiir dışında bir şeyle anlatılamıyorsa şiir olmayı hak eder. Bu doğrultuda yaptığı biçim çalışmalarıyla, türettiği sözcüklerle, ters uyak buluşuyla şiirini diğer sanatsal ifade araçlarından farklı, benzersiz kılma çabasında olmuş ve bunu da eşsiz bir biçimde başarmıştır. Sokak diliyle gürül gürül akan yaşamı, devrimci bir tutumla dile getirmiş, oradan beslenmiş ve orayı beslemiştir.
Mayakovski, yalnızca Nâzım’ı değil, en azından biçimsel özellikler bakımından özellikle kırk kuşağından pek çok şairi etkilemiş görünmektedir. Ayrıca Eluard ve Neruda üzerinde de etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.
Biraz da bendeki etkisinden söz etmek isterim. Mayakovski ilk gençlik dönemimde şiirlerine hayranlık duyduğum başlıca şairlerinden biriydi. 17-18 yaşlarımdayken onun yaşam öyküsünü okuduğumda şaşkınlıkla kendi yaşamımda kimi benzerlikler bulmuştum. Aslında 12 Eylül darbesini 15-16 yaşlarında karşılamış gençlerin stereotipi olduğumdan pek çok kişide bu benzerliklerin olduğunu da söylemek mümkün. 1980 öncesinde bize göre devrim süreci yaşayan bir Türkiye vardı. Ben de ilk politik yazımı 13-14 yaşlarındayken yazmış, 15 yaşındayken kendi okulumda eni konu devrimci öğrenci liderlerinden biri haline gelmiştim. Resimler, karikatürler, çizimler yapıyor, dörtlükler yazıyordum. Gözaltı ve karakolla tam da o yaşta tanışmıştım. Şiirle daha fazla ilgilenmeye, Mayakovski’nin yaşam öyküsünü ve şiirlerini okuduktan sonra kesin karar verdim. Onun imgeleri, metaforları, kâğıdın üstünden okurken bile duyulan gür sesi bütün benliğimi sarsmıştı. Ona özenerek yazdıklarımın birkaçını kısa dalgadan yayın yapan radyomuza gönderdiğimi anımsıyorum. Ne yazık ki elimde onların birer kopyaları bulunmuyor.
Bir tek kapitalist Kore’deki öğrencilerin gösterilerine gönderme yapan şu dizelerim aklımda: “Eğil polis eğil eğil / bu içi kan dolu yürek değil / molotof kokteyldir kokteyl.”
Mayakovski’nin o günlerde en çok yadırgadığım yanı; Puşkin’in, Dostoyevski’nin, Tolstoy’un, hatta Gorki’nin yazdıklarını reddediyor olmasıydı. Goethe’yi, Ovidius’u, Homerosu ve benzerlerini de tiye aldığını şaşkınlıkla görmüştüm. Bu tür reddedişlerde devrimci bir çabanın olduğu söylenebilirse de bu tutumun pek de doğru olduğunu söyleyemeyiz. “Sünepe beyinlerde miskin miskin yatan düşünceleri” hınzırca alaya alma amacında olduğu belli oluyordu. Napolyon’a tasma takıp bir buldok köpeği gibi şiirlerinde dolaştırması da cabasıydı. Şiirine onu bu biçimde sokmasında elbette Napolyon’un Rusya’yı işgale kalkışmasına duyulan öfkenin bilinçdışı tepkisi de olsa gerektir.
Roman, şiir ve politik kitapları okuma süreçlerimi sürdürürken DTCF’nin Rus Dili Edebiyatı Bölümüne girmiş olmam ne ölçüde tesadüftür bilemiyorum. Shakespeare’in tüm tragedyalarını okumama da vesile olan kişi Mayakovski’dir. Manzum tiyatro yapıtları ile onun sayesinde tanışmıştım. Shakespeare ve Puşkin gibi o da manzum tragedyalar yazmıştı. Sonraki yıllarda birlikte Silgi dergisini çıkardığımız sevgili Ahmet Erhan Yeseninci ben ise Mayakovskiciydim.
Türk edebiyatında yalnızca Rus roman ve öykücülerinin değil şairlerinin de etkisi bulunuyor. Rus edebiyatının üzerinde de genel olarak Fransız edebiyatının etkisi olduğu söylenebilir. İngiliz Poe’dan etkilenen, onun çevirmeni, modern şiirin ilk şairlerinden Fransız Baudelaire’dir. Yesenin’de Arthur Rimbaud ve Nerval’in izlerini buluruz. Ulusların birbirleri arasındaki edebiyat etkileşimleri küresel çapta bir edebiyat, kültür ve siyasa ortamının oluşmasında, onların birbiri hakkında oluşmuş kalıp yargılarının kırılmasında önemli rol üstlenmektedir.
Toplumsal bilinçdışının şairin yazarın yazdıklarını belirlediği artık git gide üzerinde uzlaşılan bir konudur. Toplumsal bilinçdışı, mitoloji ve folkloruyla birlikte coğrafyası, üretim, tüketim alışkanlıkları, yaşama gelenekleriyle sanatçıların yapıtlarındaki yansımalarıyla kendi egemenliğini dışa vurmaktadır.
Bu belirlemeleri yaptıktan sonra Mayakovski’nin toplumsal bilinçdışının verili her kültür, sanat ve geleneğe karşı tıpkı İtalyan fütüristleri gibi saldırıya geçtiğini söyleyebiliriz. Devrim öncesi şiirlerinde toplumsal bilinçdışını reddederken şiirinin vandallığa varan devrimci, hatta nihilist bir şiddeti de içerdiğini görürüz. Bu tutumu, genç bir şairin bilinçsiz olarak salt devrim arzusu ile yıkma tutkusunu dile getirişi olarak addedemeyiz. Bilgiyi önemseyen bir şairin, bilinçli olarak benimsediği fütürist akımın bu tutumda büyük etkisi vardır.
İtalyan Fütürizmi şiddeti destekleyen bir sanat akımı olarak 1909’da Marinetti tarafından ortaya konulmuştu. Silahlanmayı, savaşı, şiddeti de savunan bir akımdı bu. Aslında gelecek adına yaşamanın, gelecek adına eyleme girişerek onu bir an önce bugüne getirme isteğinin doğal sonucu ister istemez şiddeti meşrulaştırır. Sınıf savaşımının yoğunlaştığı dönemlerde bu şiddet, devrimci bir şiddete dönüşebileceği gibi; hümanizmi, insanı ve halkı aşağılayan faşizme de dönüşebilir ki İtalya’da öyle olmuştur.
Bu sanat akımının, dedesi bir anarşist olan Mussolini’nin faşizmine yol açtığı dahi söylenebilir. Bildiğim kadarıyla İtalyan fütürizminin kurucusu Marinetti bir faşistti ve Faşist Partinin kurucularından biri değilse bile ilk üyelerinden biriydi.
Mayakovski ve arkadaşları kendilerini İtalyan Fütürizminden ayırmak için kübo-fütürist olarak tanımlamışlardı. Bugünden bakınca bu ayrımın biçimsel ve yüzeysel olduğu söylenebiliriz. Mayakovski’nin devrim öncesi ve sonrası diye iki döneme ayırabileceğimiz yazınsal macerasına yakından baktığımızda, birinci dönemin bağımsız ve hatta yer yer sorumsuz, savruk, şiddet içeren bir üslup ve içeriğe sahip olduğunu görürüz. 1917 sonrasındaysa, tutkuyla gerçekleşmesi için çalıştığı devrimin ortaya çıkardığı yeni koşullarla çelişkiye düşer. 1918’de bitirdiği Gizemli Güldürü’yi, bir toplantıda okuyarak komünist aydınları kızdırıp kudurttuğunu Ben, Kendim‘de dile getirir. Devrim sonrasında öfkesini boşaltacağı çarlığın ortadan kalkmasıyla kendi deyimiyle ‘özgür böğürmeleri’ gereksizleşir. Devrim olmuş ve âşık maşukuna kavuşmuştur. Sonraki süreçte kalemini devrimin yerleşmesi uğruna sivriltmiş olması takdire şayan olmakla birlikte şiirinin bağımsızlığını korumak adına yaptığı kimi girişimler başarısızlıkla sonuçlanır. Fütürist adlı bir dergi çıkarmaya kalkışması, Komünist bir Fütürizm topluluğu kurma çabası devlet tarafından engellenir ki, bana göre bu engelleme Fütürizmin özellikleri düşünüldüğünde haklı gerekçelere dayanmaktadır. Kendisinin de öncülerinden biri olduğu devrimi gerçekleştirmiş Sovyet halkının beğenisine şamar atmaya kalkışmak herhalde saçma olurdu!
Devrim öncesinde öfkesini boşaltıp durduğu muhatabı çarlığı çökertmişlerdir ve fakat Mayakovski devrimden sonraki yeni koşullar ile şiirini büsbütün uzlaştırmayı başaramamıştır. Reddedip alaya aldığı büyük Rus şair ve yazarların kitaplarının devrim sonrasında yeniden basılıyor olmasının onun üzerinde yarattığı etkiyi bilmek isterdim doğrusu… Sonuçta böylesi bir durumda şiiri bırakmak bir çözüm olabilir miydi, o eşsiz yaratıcılığı başka sanatsal türlere aktararak yoluna devam etmek mümkün müydü bilemiyoruz. Sonuçlanmayan bir roman yazma girişiminin bulunduğunu bildiklemiz arasında.
Daha devrimin ilk yılından intiharına kadar süren kimi şiirleri ve oyunlarıyla sistemi hicvetmesi Sovyet edebiyat kurumu Rusya Proleter Yazarlar Derneği (RAPP) tarafından küçümsenmesine ve küçük burjuvalıkla suçlanmasına yol açar. İntiharından hemen önce Mayakovski’yi küçük burjuvalıkla suçlamalar yoğunlaşır. Onu Troçkistlikle suçlayanlar da yine RAPP üyeleri olur. 1930’da intihar eder. Lili Brik’in onun mirasına sahip çıkmak amacıyla başvurduğu Stalin, RAPP’ın eleştirilerini görmezden gelerek ölümünden sonra onu “Sovyetlerin en iyi ve en yetenekli şairi” ilan eder. Lili Brik’e olan tutkulu aşkı yüzünden intihar ettiğine dair düşünceler abartılıdır. İntihar etmediği, öldürüldüğü iddiaları da boş çıkmıştır. İntiharından iki gün önce yazdığı mektubun kendi el yazısı olduğu kanıtlanmıştır.
Şairin sonuna dek bağlı kaldığı Fütürizmin özelliklerine bakarak değerlendirme yaparsak şunları söylememiz mümkün: Sanayi devrimi sonrasının makineleşme, hareket ve hızını baz alan Fütürizm, geçmişin toptan reddi ve gelecek adına çalışmayı önceliyor, bunun için de şiddet uygulamayı ve savaşı meşru görüyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse Fütürizmin geçmişe karşı tutumu ölçüsüz bir devrimcilik içeriyor gibi görünse de bu nihilist bir yıkımdan başka bir şey değildi. Onun gelecek adına önermeleriyse faşizandı. İnsanı ve halkı değersiz görüyordu. Mayakovskilerin bir bildirisinin başlığının “Halkın Beğenisine Şamar” adını taşıması, Rus edebiyatının en büyük şair ve yazarlarını küçümsenmesi, Rus Fütüristleriyle İtalyan Fütüristleri arasındaki farkın biçimsel olduğunun kanıtı gibidir.
Geçmiş ve gelecek bakımından fütürizmin paradoksal özelliğinin yansımalarını Mayakovski trajedisinde de görürüz. Lenin onun devrimci atılım taşıyan coşkulu şiirlerini bir yandan överken bir yandan da eleştirmekten geri durmaz. Dünyada herhalde ilk kez şiir kitabı bir milyon adet basılan kişi Mayakovski’dir. Devrim sonrasıdır ve Lenin’in bu tirajı duyduğundaki tepkisi, “Ne, bir milyon mu? Kâğıda yazık.” mealindedir.
Bizde kimi aydınların Marinetti’nin faşist olduğu bilgisini göz ardı ederek ya da belki de bilerek İtalyan ve Rus Fütürizminin farklılığından söz etmesi yanlıştır.
Bir başka nokta da Mayakovski’de Nietzsche’nin etkisi gözlemliyor oluşum. Şiirlerinin başat özelliği olan metaforik söylem bakımından Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabının etkisi olduğunu söylenebilir. Tematik açıdansa şiirlerinde yer bulan üstün insan ve Tanrı sorunsalını Nietzsche’den almış gibi görünmektedir. Örneğin Pantolonlu Bulut’un ikinci bölümünde ve İnsan adlı yapıtın ilk iki bölümünde bunu açık seçik görürüz. Nietzsche Tanrı/İsa’yı kıskandığı için öldürür. Mayakovski ise kendini onunla özdeşleştirerek bir tür üst insana dönüşür. Derinlikli olarak incelemediğim için İtalyan Fütüristlerde Nietzsche’nin etkisi olup olmadığını tam olarak bilmiyorum. Yine devrim öncesindeki kimi yapıtlarında Mayakovski’nin şiirlerinde İlahi Komedya’nın izlerine rastlarız.
İtalyan Fütüristlerinin Mussolini’nin faşist ideoloji ile uyumluluğuna bakılırsa, masum bir sanat akımı olarak gösterilmeye çalışılan Fütürizmin, yıkıcılığı, şiddeti ve zulmetmeyi meşrulaştırarak faşizmin ideolojik altyapısını hazırladığı bile söylememiz mümkündür.
Ekim Devrimi’nin en önemli şairi Mayakovski’nin kendi sosyalist-komünist ideolojisiyle çelişen bu sanat akımının Rusya’daki başlıca temsilcilerinden biri olması aslında ironiktir. Sanatın sosyalist devrim sonrası sönümleneceği tezi elimizin altında dururken, Mayakovski’nin bir ucu vandallığa ve bir ucu da faşizme çıkan Fütürizmde ısrarı trajik sonunu hazırlamıştır diyebiliriz.
Onun ve şiirinin asıl önemi, İnsan başlıklı yapıtının, Mayakovski’nin Yaşamı bölümünde dile getirdiği devrim öncesinde doğru hedefe yöneltilmiş devrimci şiddet içeren yönüdür ve “Böğürmelerimden telaşa düştü bankacılar ve bakanlar” sözlerinde ifadesini bulur.
Mayakovski’nin şiirlerinin en önemli özelliğinin metaforik zenginliği olduğunu söyleyebiliriz. Şiirlerinin içinde anlamsal bütünlüğü olan her söz öbeğinde mutlak surette bir metafor vardır. Mayakovski benzersiz metaforlarla okuyanı şaşırtır, okuyanın aklını başından alır, düşüncelerini allak bullak eder… Bu yüzden sayıca epeyce fazla olan uzun şiirlerini okurken dikkatli olunmazsa tema tümden gözden kaçar. O, ritmi, şiirin dinamosu olarak görür ve genç şairlere kendileri için bir ritim duygusu geliştirmelerini önerir. Sanatsal açıdan zihinsel dünyası ve yaşamı ile yazdıkları arasında tam bir koşutluk bulunur. Öyle ki, 14-15 yıl öncesinden intiharını bir şiirinde bir apaçık dile getirir.
Dünya şiirinde hınzır, sıtmalı, hummalı, hatta histerik bir sestir Mayakovski. Enerji ve hareket fışkırır dizelerinden… Onun şiirlerini okumak, fırtınalı havada sokağa çıkmaya benzer. Şimşekler gözünüzü alır, gök gürültüsünden serseme dönersiniz, şemsiyeniz mutlaka ters döner ve mutlaka ıslanırsınız…
- Toz, Toprak İçinde - Nisan 28, 2024
- Dava - Kasım 5, 2023
- Şiir: Tembel Fıkra - Eylül 10, 2023