Etimolojinin Tuzakları ve "Metafor" Tartışmaları
Akademik

Etimolojinin Tuzakları ve “Metafor” Tartışmaları

“Metafor”, “eğretileme” ve “istiare” sözcüklerinin köken anlamlarına saplanıp kalmak

Adlandırmalar ve dilin işleyiş ilkesi

Sözcüklerle kavram ya da nesne ve arasındaki adlandırmaanlam ilişkisi elbette esas olarak nedensizliğe dayanır, saymacadır, uzlaşımsaldır.[1]

Bu konunun ilk önemli tartışmasını Platon yapar. “Bir ad ile o adın nesnesi arasındaki ilişki nedir?” sorusu ekseninde Kratylos diyaloğu; adların, adı oldukları şeylerin içkin gerçekliğine denk düştüğünü ileri süren doğalcı görüş ile toplumsal anlaşma işi olduğunu ileri süren uzlaşmacı görüş arasındaki tartışmayı içeren bir metindir

Doğalcı-uzlaşmacı tartışması (ayrıca ilahi bildirim tezinin de eklenmesiyle) belagat tarihinde de yapılır bir süre. Sonunda hem Antik Yunan’da hem de İslam uygarlığında genelde görüş birliği oluşur: Dilde uzlaşımsallık esastır, dil temelde nedensizliğe dayanır.  

Dillerin, sözcüklerin ortaya çıkış süreçlerinde kuşkusuz belli nedenler ya da gerekçeler devrede olmuştur. Ses, biçim, işlevsel etkenler gibi. Yansıma sözcükler (hışırtı, güm, pat pat…) bu süreçlerin bir bakıma kalıntısı sayılır.

Başlardaki tek tek adlandırma nedenleri, gerkçeleri ya da biçimleri, dilin zorunlu ve genel işleyişine, kurallara dönüşmemiş, dolayısıyla dil dizgesinin temel etkenleri arasında yer almamıştır. Öyle olsaydı sözgelimi “taş” nesnesine bütün dillerde, en azından dillerin çoğunda aynı ad verilirdi. Oysa bu varlığa Kürtçede “kevir”, İngilizcede “stone”, Fransızcada “pierre”,  Hintçede “patheree”, Zulucada “itshe” denmiş… Yansımalar bile böyle bir zorunluluğa dayanmaz, her dilde  “şırıl şırıl” denmemiştir sözgelimi…

Dil içi işleyişte ise görece nedenlilik, giderek zorunluluk söz konusu olmuştur ama. Sözcüklerin yeni anlamlarında, türetilmelerinde ve birleştirilmelerinde dil içi mantık (algının işleyiş dizgesi, bilişsel süreç düzeni,  toplumsal akıl) işin içindedir artık. Çeşitli benzerlik, ortaklık ve başka kimi ilişkiler yeni sözcüklerin kıvılcımı, çağrışımı işlevi görür:

– (İnsanın/hayvanın) başı Þ dağ başı (konum), örgütün başı (işlev ve konum), başa güreşmek(öncelik ve önem)…

– Bıçağın ağzı (işlev)… defter yaprağı (biçim)…

– Ağaçlık, gözlük, kitaplık,

– Batak, durak, yatak

Arayüz, başkent, hanımeli… Nizameddin…

Dil içi işleyişteki görece nedenlilik (aynı zamanda görece nedensizlik) de ayrıca zamanla silikleşmiştir. Sözgelimi;  

– Adamın adı Mert ama kendisi mert değil.

– Nurettin (Nureddin), ama “din” ve “nur”la ilgisi yok…

– Kadının adı Filiz, Gül…; ama

Terimlerdeki görece nedenlilik

Terimler de özel adlar (ayrıca türemiş ve bileşik sözcükler) gibi görece nedenliliğe dayanır, hatta çoğunlukla kesinliğe yakın biçimde. Nesnenin, olgunun, kavramın işlevi, özelliği, bulucusu vb. onun adı yapılmıştır:

Behçet hastalığı, Amerika, pastörize, pi…

Açı, atom, özne, üçgen…

Terimlerin çıkışındaki bu nedenlilik, yani etimolojik iz ya da dil içi gölge, ne var ki çok tehlikeli. Kavramı, olguyu, nesneyi etimolojik aslına göre açıklamada ısrarcı olmak ya da ilk (çıkış) anlamına bağlamada ısrar etmek bizi büyük yanlışlara sürükleyebilir.

“Atom” artık “a-tom” değildir, çünkü parçalanmıştır.

“Anadolu” aslında “Ana+dolu” değildir; çünkü “Anatolia (Orta Yunanca): Doğu Vilayeti, güneşin doğduğu taraf”tır ve Türk halkı bu sözcüğü kendi dil-mantık-algı işleyişi nedenliliğine (halk etimolojisi diyoruz buna) uyarlamıştır.

“Şarap”, “şer+ab”dır ama değildir aynı zamanda…

Konumuz gereği birleşik sözcüklerden verdik örnekleri ama tek sözcüklerde de köken ya da önceki anlamı değişmiş pek çok sözcük vardır:

“alkış” (övme, kutlama, hayır dua ˃ bir şeyin beğenildiğini, onaylandığını anlatmak için el çırpma, alkışlama)

“erik” (her türlü meyve ˃ sadece “erik” meyvesi)

“kon-“ (yerleşmek, yurt tutmak, gecelemek ˃ uçan şeylerin bir yere inmesi ve bir yerde kısa süre kalması)

“oğlan” (evlat, çocuk ˃ erkek çocuk)

“ucuz” (kolay, değeri olmayan, değersiz ˃ para değeri az olan, fiyatı yüksek olmayan, pahası az)

“yosma” (güzel kadın, güzel görünen kadın ˃ fettan, fitneci, cilveli kadın)

Gelelim asıl konumuza

“Metafor” ile ilgili neredeyse bütün yazılar bu sözcüğün ilk, köken anlamını açıklamayla başlar:

– Eski Yunanca metaphérō μεταφέρω “değiştirme, taşıma, başkalaştırma” fiilinden türetilmiştir. Yunanca fiil de, Eski Yunanca phérō φέρω  “taşımak, götürmek” fiilinden meta+ önekiyle elde edilmiştir.

– Metafor, Yunanca meta: öte, phoros: aktarma sözcüklerinden oluşmuştur.

Metafor, “meta” ve “pherein” sözcüklerinin bir araya gelmesi ile oluşan “öteye taşımak, aktarmak” anlamına gelen bir terimdir.

Grekçe “metaphora”dan gelen “metafor” kelimesi, “meta: öte” ve “phrein: taşınan” kelimelerinden mürekkeptir ve “bir yerden başka bir yere götürmek” anlamına gelir.

“Metafor” sözcüğünü terimleştiren Aristoteles (M.Ö. 384-322) olmuştur. Poetika ve Retorik adlı kitaplarında tam da yukarıda verilen anlamda kullanmıştır. Dört çeşit “öte-aktarma”dan (metafora’dan) söz etmiş, örnekler vererek somutlaştırmıştır görüşünü.

Aristoteles’in Poetika kitabını bizde ilk çeviren İsmail Tunalı “metafor”u “mecaz” diye verir haklı olarak. Çünkü kavram her tür anlam aktarmasını içerdiği için Aristoteles’in teriminin bizdeki karşılığı “mecaz (değişmece)”  kavramıdır.

Terim, Antik Çağ’ın sonlarına doğru anlam daralmasına uğrar, yalnızca benzerlik (ben daha geniş bir ilişki biçimi olarak “örnekleme” diyorum) içeren aktarmalar, bir başka deyişle, Aristoteles’in salt “analoji”si, “orantı metaforu” için kullanılmaya başlanır. Cicero (MÖ. 106-43) “Metafor, tek sözcüğe daraltılmış kısa bir benzetmedir.” diye bir tanım yapar. Quintilian (M.S. 35-100) için ise “[Metafor], benzetmenin kısa bir formu”dur der. Aristoteles’in “metafor”u yerini “trope”a bırakmıştır artık.

Ama bu süreci, kavramdaki anlam daralmasını bilmeyen ya da göz ardı eden hemen herkes, sözcüğün kökenbilgisel (etimolojik) anlamını mutlaklaştırarak (“metafor”u  genel bir aktarma, “mecaz” karşılığı olarak) ele alır. Böylece bu sözcüğün kök anlamını bütün zamanlar için bağlayıcı kılmış olur.

İki sonuç doğar buradan:

– “Trope” ve “figure” kavramları boşlukta bırakılmış, yok sayılmış olunur.

– Aristoteles’in “metafor”u ile Cicero ve Quintilian’dan Du Marsais (1676-1756) ve La Fontaine (1621-1695), oradan günümüzün gelen “metafor” birbirine karıştırılır.

“Metafor” kavramı (dolayısıyla terimi) “istiare” karşılığı olarak Tanzimat Dönemi’yle birlikte girer dilimize. 50’lerin sonlarından bu yana da ayrıca “eğretileme” terimi ile karşılanmaya başlanır.

Son on, on beş yıldır ise, “metafor”un daha geniş bir kavram olduğunu, “istiare” ve “eğretileme” terimlerinin geçiciliğe dayalı dar bir anlam içerdiğini ileri sürenler çıkar ortaya. Tahsin Saraç, Tahsin Yücel, Doğan Aksan, Berke Vardar, Mehmet Rifat, Zeynep Korkmaz, Ahmet Kocaman, Rıza Filizok… yanılmıştır, yanılmaktadır onlara göre.

Biraz da kavramsal metafor kuramı (Lakoff-Johnson, 1980) yaklaşımından destek alan bu görüştekiler “istiare” ve “eğretileme”nin öncelikle etimolojisine dayandırırlar gerekçelerini.

“İstiare”nin “are”ye, “ariyet”e, yani “ödünç”e dayandığını, “ödünç alma, birinden eğreti/iğreti bir şey alma”, “bir sözcüğün anlamını geçici olarak bir başka sözcük için kullanma” olduğunu belirtirler.

“Eğretileme” için de aynı gerekçeleri ileri sürer; “eğri”den, “eğreti”den (hatta “iğreti”den) geldiğini belirtip şöyle sürdürürler açılamayı: “Belirli bir süre sonra kaldırılacak olan, geçici; takma; iyi yerleşmemiş, yerini bulamamış; uyumsuz, yakışmamış; temeli olmayan.”

Oysa bu sözcükler etimolojik (köken, çıkış) anlamlarına birebir uygun biçimde terimleşmemiştir. Öyle olsaydı, “istiare” ve “eğretileme, “benzerlik ilkesine dayalı mecaz anlam” için değil, her tür “ödünç, eğri, eğreti” anlamlar için, bir başka deyişle tüm mecaz anlamlar için kullanılırlardı (Aristoteles’in “metafor”unda olduğu gibi). Ama biliyoruz ki bu tür anlamlar için baştan beri “mecaz” terimi kullanılmıştır.

“Mecaz”a da bakalım bu arada.

Arapçadaki “cwz (geçit, köprü, yol)” kökünden gelir. “Bir yeri yürümek suretiyle geçmek, yol kat etmek” anlamındaki “cevz (cevaz)” sözcüğünden isim veya mastar olan Arapça “”macāz”, Türkçe “mecaz”; edebiyat terimi olarak da “bir sözcüğün gerçek anlamı dışında başka bir anlamda kullanımı.”

Demek ki terimleri köken anlamlarına birebir bağlamak doğru değil. Dil zaten böyle işlemiyor.

Üstelik “istiare”nin ve “eğretileme”nin, “solan, ölen, canlılığını yitiren anlamlar”ı da içerdiği dile getirilmiş, bu konuya dikkat çekilmiş zaman zaman (günümüz “metafor”unda olduğu gibi).

Özellikle bu son durum bizde ne yazık ki pek bilinmemektedir. Belagat ve retorik tarihi iyi araştırılırsa, sözcüklerin pek çoğunda, değişmece (mecaz, geçici) anlamların zamanla gerçek (hakiki) anlam hâline nasıl geldiğinin örneklerle anlatıldığı görülecektir. Bu tür aktarmaların dilin esası olduğu da hep belirtilmiştir ayrıca. “Ölü mecaz”, “ölü metafor” gibi terimlerin anlamı budur.

Geçmişe, hatta ilk anlamlara saplanıp kalmak, dilin diyalektiğini gözden kaçırmaya yol açar… Etimolojinin tuzağına düşmektir işte bu durum…

Sözlüklerdeki Karmaşa

Ne metafor “salt aktarma”dır artık, ne istiare salt “ödünç alma”dır, ne de eğretileme salt “eğreti, geçici söz”dür. Onlar, kök anlamlarının daralmasıyla oluşan kavramların, “benzerlik esasına dayalı özel bir aktarma” biçimleriyle ilgili anlam olgularının adıdır terim olarak.

TDK de takılıp kalmış Aristoteles’in terimini günümüze olduğu gibi aktarma yanlışına (https://sozluk.gov.tr/ Erişim: 19.08.2022):

metafor isim, edebiyat, Fransızca métaphore. Mecaz.[2]

Dil Derneğinin sözlüğünde ise “metafor”, “mecaz (değişmece)” olarak değil “eğretileme” biçiminde veriliyor (http://www.dildernegi.org.tr/TR,274/turkce-sozluk-ara-bul.html; erişim: 19.08.2022):

metafor  a. Yun. yaz. Eğretileme.

Bir de D. Mehmet Doğan’ın “Büyük Türkçe Sözlük”üne bakalım (Ankara: Vadi Yayınları, 15. baskı, Ekim 2001):

metafor 1. Mecaz. 2. İstiare. 3. Kinaye. 4. Teşbih.[3]

Sözlüklerimiz kavramı böyle çelişik açıklayınca sözgelimi bir akademik dergide de şu tümceler yer alabiliyor rahatlıkla:

Fransızca “metaphore” olan kullanımdan dilimize geçen metafor, İngilizcede “metaphor”, Arapça “istiare”, eski Türkçede “mecaz” ve günümüz Türkçesinde “benzetme” olarak geçmektedir.

“Metaphor”un günümüz Türkçesinde salt “benzetme” olarak geçtiğini ileri sürmek gibi traji-komik bir durum çıkarıyor ortaya.

Batı’da ve bizde bütün temel kaynaklar “metafor-simile” (simile: benzetme, eikôn, comparaison) ilişkisine ve farklılığına dikkat çekmiştir, çekmektedir her zaman.

Sonuç

“Metafor”, Aristoteles’te “mecaz (trope)” kavramı karşılığıdır ama Cicero ve Quintilian dönemiyle birlikte anlam daralmasına uğramıştır. “Trope (mecaz)” çeşitlerine ayrı ayrı adlar verilmiş; “metafor”, benzerlik esasına dayanan mecazların (değişmecelerin) adı kılınmıştır. Günümüzde ise hem “mecaz (değişmece)” hem de “metafor (eğretileme)” kavramlarının geleneksel anlamları aşılmıştır artık; salt dille yetinilmeyip onun dışına çıkılarak bilişsel, düşünsel boyutlarda, kavramsal düzlemde de ele alınmaktadır hemen her konu.

Not 1. Bu konuda daha önce ayrıntılı inceleme, tartışma yazıları yazdım (İnternette tarama yapılabilir ya da şu kitaplarıma bakılabilir: Anlamın Bulanık Sularında, Ankara: 2014, Kurgu Kültür Merkezi Yayınları; Anlambilim / Sözcüğün Anlam Açılımı, İstanbul: Doruk Yayımcılık, genişletilmiş 3. baskı, 2023). Bu ve benzeri konularda yeniden yazmamın nedeni, yanlışların artmaya, karmaşanın çoğalmaya devam etmesidir.

Not 2. On yazıyı bulabilecek bir yazı serisinin ilkini geçenlerde yayımlamıştım: “İstiare (Eğretileme) Metafor Değildir’e Garip Bir Gerekçe: Aristoteles’te Kalalım”(edebiyatkafe.com, 16.03.2023).  Okuduğunuz yazı, serinin ikincisidir. Çoğu şu anda hazır bu yazıları belli aralıklarla yayımlayacağım. Şimdiden belirtmem gerekiyor: Hem yazıların ortak ve yakın konuları gereği, hem de yaygın yanlışlara karşı vurgulama gereksinimi nedeniyle yer yer yinelemelere düşeceğim. Yazıların kitaplaşma sürecinde bu yinelemeler belki çıkarılacak, belki azaltılacak. Eleştiri ve tartışmalar sonucu kimi değişiklikler de yapacağım yazılarda büyük olasılıkla.


[1] Bu ilişkiyi, tam aynı olmamakla birlikte, gösteren-gösterilen ya da ses-anlam olarak da ele alabiliriz. Saussure’ün gösteren-gösterilen arasındaki nedensizliği tezini, Benveniste, bu nedensizliğin aslında gösterge ile gönderge (nesne)  arasında olduğunu ileri sürdürerek eleştirmiştir. Çok sonraları bulunan el yazmaları ve notlarına göre ise, Saussure’ün nedensizlik ilkesinin daha karmaşık olduğu ve her iki ilişkiyi de içerdiği anlaşılmıştır. Tartışması daha geniş olan bu konuyu şöyle özetleyebiliriz: Gösterge, gösterge-gönderge ve gösteren-gösterilen arasında, konuşanların anlaşmasından doğan bir bağıntı dışında bağıntı bulunmadığı ölçüde, doğal bağlayıcılık olmadığı için nedensizdir.

[2] TDK’nin geçmişte yayımlanan, şu anda da satışta olan kitap ve sözlüklerinde “metafor”  sözcüğü “mecaz” olarak değil “eğretileme, istiare” olarak verilmektedir (Doğan Aksan, Zeynep Korkmaz vb.). Bu ne yaman çelişkidir TDK!

[3] Bir terimi dört ayrı terimle açıklamak da bir garip. D. Mehmet Doğan herhalde şöyle demek istiyor: “Metafor’, Türkçede dört ayrı sözcükle karşılanıyor; benim bu konuda bir düşüncem yok, ben tarafsızım.” Sözlükçülükte böyle bir yaklaşım elbette yok, elbette kabul edilemez. Doğru yanlış tüm karşılıkları vermesinin nedeni belki de konuyu bilmediğinin itirafıdır.

edebiyatkafe
Latest posts by edebiyatkafe (see all)

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir