Edebiyata Genel Bir Bakış
Deneme,  Edebiyat

Edebiyata Genel Bir Bakış

Estetik Yönseme

 Edebiyatın tarihsel gelişim çizgisine bakıldığında, sözlü edebiyatlarda anlatım becerisini estetiğin ilk ve temel özelliği olarak saptamamız olanaklıdır.

Bu becerinin temelinde inandırıcılık ve etkileyicilik bulunur. Elbette bu iki temel özellik, anlatıcının elinde anlatmaya değer(etkileyici) bir ‘hikâye’nin bulunduğu varsayımına dayanmaktadır.

Sanatı doğanın taklidi olarak gören Aristotales; mimesisi, gerçekliğin taklide dayalı temsili, katarsisi de anlatıcının alımlayıcıda uyandırdığı duygular aracılığıyla ortaya çıkan arınma olarak açıklar. Estetik, tam da bu temsil ve etkileme sürecin katalizörüdür. Yapıtın etkisinin derinliği taklidin başarısı ve katarsisin oluşumu bütünüyle ona bağlıdır. Yapıtın okurda uyandırdığı coşku ve hazlar temel olarak estetik özelliklerin dışavurumunun sonucudur. Kişinin dış dünyada; genel olarak hayatta kalma mücadelesinin(iş, aş, toplumla uzlaşının) zihninde oluşturduğu çapaklardan kurtulması için inandırıcı bir hikâyeyle büyülenmeye olan gereksinimi vardır. Bu gereksinim toplumsal bir özellik de sergiler ve temsil törenlerinin dinsel ayinleri çağrıştırması boşuna değildir. Bireyin toplumla uzlaşısı ve ‘fabrika ayarlarına’ dönüşü katarsisle sağlanır. Büyülenme, içinde inandırıcılığı, masalsılığı, şiirselliği, ölçülü bir bütünlüğü taşıyan estetik bir yapıtla gerçekleşebilir.

Güzel ve etkileyici yazmak; hayal etme yetisini kullanarak, düşünerek, kurgulayarak, temize çekerek yapılan, birikime dayalı, yoğun emek işidir. Kendi atmosferini yaratabilecek, kendi dünyasını kurabilecek, zamana karşı koyabilecek değerde ve önemde bir yapıtın herkes tarafından yüzyıllar boyu takdir edilebilmesi ancak böylesine nitelikli çabalarla olanaklıdır.

Edebiyatın ana amacı estetik bir yapıt ortaya koymaktır. Gerçekliğin kabalığını, çirkinliğini, sıradanlığını ve yüzeyselliğini aşmanın yegâne yöntemi budur.

Etik Yönseme

İdeolojilerden, yönetsel erkleri yansıtmaktan büsbütün kurtulmak mümkün olamayacağına göre edebiyatta tıpkı ‘tarihsel arka plan’a benzer şekilde ideolojik bir arka plan bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu ideoloji, politik ve dinsel olmaktan çok etiktir. Özünde sağlam bir yapıtın ideolojisi, genel anlamda ortak insanlık değerlerinden ortaya çıkmış etik kuralları içerir. Yapıt estetik bir çerçeveyle onları savunur. Birçokları için cezalandırılan her kötülük, ödüllendirilen her iyilik haz vericidir. Bu, bir bakıma etiğin savunusunun estetik sonucudur.

Sömürünün egemen olduğu adaletsiz toplumlarda hırstan gözü dönmüş insanların yapmayacakları kötülük, işlemeyecekleri suç ve ‘günah’ kalmamıştır. Toplumsal kurallar ve insani değerler fırsat bulundukça delik deşik edilmektedir. Bu suçların çoğu bireyselmiş gibi görünse de topluma karşı işlenen suçlardır. Yazarın, bu suçların sistemin kendisinden mi kaynaklandığı yoksa bireyin ‘şeytana uyması’yla mı gerçekleştiğinin farkında olması gerekmektedir. İnsanın düşünce ve davranışlarını toplumsal koşulların belirlediği düşünüldüğünde suçun bireysel ve ‘şeytana uymak’la bir ilgisinin bulunmadığı kolayca bulgulananabilir. Yapıtlarda genel olarak suçlar cezasız kalmaz, katiller serbest bırakılmaz, yalanlar açığa, oyunlar-tuzaklar boşa çıkarılır, iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Aslında tutarlı her bir yapıt insanlığın bilinçaltında yaşattığı ütopyasına uygun etik bir sağduyu taşır. Belki de yapıtlar bizi gıdım gıdım da olsa o ütopyaya cennet denilen mutlak huzur ve mutluluğun bulunacağı geleceğin dünyasına götürmektedir.

Söz konusu etik değerler yüzünden edebiyat, yaşamı yalnızca yansıtmaz veya taklit etmez. Anakronik hale gelmiş gelenekleri, etik değerleri sorgular, eleştirir, dönüştürür. Akıldışı yasaların sonucu olan toplumsal yaşamın çarpıklıklarını kahramanları aracılığıyla veya doğrudan yazarın ağzıyla dilediğince eleştirir… En doğrusu ne kahramanın ne de yazarın ağzından doğrudan doğruya değil, ama olgular ve olaylar aracılığıyla bu çarpıklıkların dile getirilmesidir. İnsan ilişkilerindeki çelişkilerin ve çarpıklıkların eleştirilmesiyle toplumlarda nicel değişiklikler başlar; kötü adet ve gelenekler ortadan kalkar, yasalar sorgulanır hale gelir. Nicel değişikliklerin çoğalması ve nitel sıçramalara yol açmasının altında edebiyatın gizil gücünün payı sanıldığından daha büyüktür. Son iki yüz yılda politikacılar, ancak edebiyat aracılığıyla sınıfsal çelişkilerin ve haksızlıkların sesini duyabilmiş, toplumsal çürümüşlükleri edebiyat sayesinde sezebilmişlerdir. Shakespeare, Balzac, Heine okumamış bir Marx; Namık Kemal, Tevfik Fikret’ten habersiz bir Mustafa Kemal bildiğimiz tarihsel konumlarına asla ulaşamazlardı. Onları başarılı kılan şey zihinlerini kendi koşulları içinde en doğru kaynaklardan beslemiş olmalarıydı.

Bir yapıtta çelişkilerin, çatışkıların temel dayanağı etiktir ve yazar iyi ve güzelden, hak ve haklıdan yana taraf olma sorumluluğunu bu ‘ideolojik arka plan’la taşır, taşımalıdır. Yazarın, şairin anti-kahramana dönüştüğü, dönüştürülmeye çalışıldığı çağımızda dahi bu böyledir. Aksi durumda toplumsalın çözülüp parçalanması hem tek tek insanların hem de toplumların güçlüler tarafından sömürülmesi ve yıkıma uğratılmasını getirir. Kötünün ve kötülüğün övgüsü üzeri örtük de olsa, hatta estetize edilse bile zulüm değil midir?

Gerçekçi Tutum

Gerçeğin devrimciliği, ancak baskıcı, sömürünün egemen olduğu şu anda içinde yaşadığımıza benzer toplumlarda sınanıp doğrulanabilecek bir olgudur. Öyleyse böylesi toplumlarda gerçeklerin olduğu gibi dile getirilmesinin bile edebiyatta ilerici bir rol oynadığını ileri sürebiliriz. Meğer ki şair, yazar sömürüye, eşitsizliğe, haksızlığa gözlerini yumup kulaklarını tıkamasın. Bunların sıradan bir olay akışıyla anlatıldığı bir öyküde, romanda çelişkilerin ve adaletsizliklerin, üretim ilişkilerinin sömürgen yüzünün dile getirilmesi kaçınılmaz olacaktır.

Yazarı ideolojik açıdan tutucu, gerici(ki bunlar kulluk, itaat ve sabır vaz ederler) olduğu halde yapıtın ilerici olabilmesinin nedeni budur. Yazmak yazanı da geliştirir, değiştirir dönüştürür.

Hayal Etme Yetisi

Edebi metinde, hayal etme yetisinin(imgelemin) çok önemli bir rolü vardır. Bu oldukça öznel yetinin herhangi bir gerçeklik görüngüsü ile oyun hamuru gibi oynama ve onu dilediği biçime sokabilme özelliği vardır. Üslup, dilin düzgün şekilde kullanımı vb. teknik veya biçimsel özelliklerin yapıtın özgünlüğü üstündeki etkisi sınırlıdır. Oysa özgünlüğü sağlamada imgelem başat rol üstlenir. Çünkü her bir insanın imgelemi ve hayal dünyası herkesten başka özellikler taşır ve farklı deneyim ve kültür birikimleri ile benzersiz biçimde oluşmuşlardır.

Yazar imgelem aracılığıyla gerçekliği yeniden dilediği gibi biçimlendirebilirken ondan tümden kaçışı sağlayıp metin içinde okuru hayal ve fantezi alemlerine de taşıyabilir. Hayal etme yetisi, edebiyatçının elzem olan temel özelliklerinden biri olmasına rağmen önemine bu alanda yapılan vurgular yetersizdir.

Einstein’ın yaptığı vurgu doğrudan zekâ ile ilgilidir; “İmgelem zekâdan daha önemlidir.”

Edebiyatta da imgelem en önemli unsurlardan biridir.

Eleştiri

Bir yapıtı nasıl değerlendirmeliyiz? Bu soru doğrudan doğruya edebiyat eleştirisini akla getiriyor. İlk aklımızda tutmamız gereken şey edebiyat eleştirisinin edebiyat olmadığıdır. Eleştirmen bir yapıtı öznel bir tutumla ele alamaz, almamalıdır. Nesnel yaklaşımla yapıta yönelik her tümcede bulunmalıdır. İnsanlığın değişmez etik ilke ve kuralları çerçevesinde akılcı, ölçülü ve nesnel bir tavır takınmalıdır.

Edebiyat eleştirisinde de çeşitli eğilim ve farklı yöntemler söz konusudur. Ayrıca eleştirinin amacı, tanıtım, kınama, övme gibi farklılıklar göstermektedir. Eleştirinin kime yönelik olarak yapıldığı da başlı başına bir sorun olarak açığa çıkar. Eleştirmen eleştiriyi yapıt için mi, yazar için mi, okur için mi yapmaktadır? Kanımca üçünü birden göz önünde bulundurmakta yarar vardır.

Bir edebiyat metninin eleştirisi onun çok katmanlı ontolojik yapısı göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Bir yapıt karakterlerin inandırıcılığı, ortak insani değerlerin ‘ideolojik arka plan’ı, tarihsel arka plan, kurgudaki başarı, karakterlerin inandırıcılığı, yazarın hayal etme yetisi(imgelemi), dilin doğru kullanımı, söz sanatlarının, folklorik ögelerin saptanması, işlevi vb. açılardan ele alınabilir. Bütün bu ele alışlar yapıtın bütünlüğünü göz ardı edilmeden gerçekleştirilmelidir.

Bizim eleştirmenlerin yaptığı gibi yazarı küçültmekten başka bir işe yaramayan, onun kimden etkilendiğini, kim gibi yazdığını, ‘Türkiye’nin Kafka’sı vb. adlandırma yanlışlarına düşmeden…

edebiyatkafe
Latest posts by edebiyatkafe (see all)

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir