Dünya: Paveglia Adası / Nizamettin UĞUR
İnceleme

Dünya: Paveglia Adası

Filozoflar dünyayı sadece farklı yorumladılar; oysa aslolan onu değiştirmektir. (Karl Marx, “Feuerbach Üzerine Tezler”)

Kimi yazınsal metinlerde dil dışı göndergeler öne çıkar. Dış dünyanın gerçekliği; kurmaca gerçekliği, kurmacanın iç dengesini, metnin anlamını belirler böyle durumlarda. Bu tür göndergeler herkesçe biliniyorsa metnin anlaşılırlığında sorun oluşmaz. Çok az biliniyor ya da hiç bilinmiyorsa, en azından iki durum söz konusudur: Dış dünya göndergelerinin neliğine ilişkin sezgisel bilgi, metnin kurgusu ve anlam çerçevesi için yeterlilik oluşturabilir. Yorumun ya da sezgisel bilginin yetmediği durumda ise ayrı bir araştırma gerekliliği doğar. Bu ikinci durumda da yine iki yol çıkar karşımıza: Ya araştırmaya gerek duymayıp metni şöyle bir okur geçeriz. Ya da güçlü bir merak duygusu kışkırtır bizi; metnin yapısı, içeriği, yeterince anlamadığımız, belki çarpıcı bulduğumuz kimi dizeler bizi bir kazıya yöneltir. Bu eylemimiz sonucu ulaştığımız anlam dünyası da metnin zihnimizi işgaline yol açar bazen.

Gülce Başer’in “Paveglia Meseli” adlı şiiri işte bu tür metinlerden (Gözde Bir Kordon, İzmir: Pikaresk Yayınevi, 2020, s. 13).

Metin, bir mekân zemininde kurgulanmış. Bu mekân, Paveglia Adası. İlk üç dize doğrudan bu ada ile ilgili.

İnsanlık tarihinin kayıtlara geçmiş en büyük veba salgını 1347-1351 arasında yaşanmış. 25-30 milyon insanın öldüğü (nüfusun yüzde 30-60 arası) bu salgın Orta Çağ Avrupa’sını tamamen değiştiriyor. 1629-1631 yılları arasında İtalya’da etkisini gösteren veba salgını ise 280.000’e yakın insanın ölümüne yol açıyor. Avrupa’nın veba hastalığı ile boğuştuğu bu dönemde, daha çok sürgün yeri olarak kullanılan Paveglia Adası’na gelenler yerlilere vebayı bulaştırmış. Hastalık yayılıvermiş adada. Alınan bir kararla da, veba olan, hatta veba olma kuşkusu duyulan herkes adaya taşınmaya başlanmış. Yerli halk elbette sessiz kalmıyor bu duruma… İsyancılar ve tedavi yolları henüz bilinemeyen vebadan ölenler, dev bir ateşle yakılıyor. Bu durum arada bir yineleniyor adada. Paveglia’nın adı uğursuzluğuyla ünleniyor, “ölüm adası” diye anılmaya başlanıyor sonunda.

Eldiven, gaga biçiminde burunları olan maske ve özel elbiseleriyle ünlü “veba doktorları” ve Pevaglia Adası, daha sonra korku filmlerine esin kaynağı olmuş.

Böylesine olumsuz bir imgeye sahip olunca yaşam pek gelişmiyor Paveglia’da. 1922’ye gelindiğinde de adadaki boş binalar akıl hastanesi olarak kullanılmaya başlanıyor. Çaresi henüz bulunamamış olan akıl hastalığı çekenlere uygulanan iyileştirme işlemleri bir çeşit deneyler biçimindeymiş. “Lobotomi” (lobe: parçalı bir organın parçası, tomy: kesmek; “lökotomi” olarak da bilinen beyin cerrahisi işlemi) adıyla bilinen bu işlemde, beynin ön loblarının uçlarındaki prefrontal korteks bağlantıları kesiliyor, beyin lobları birbirinden ayrılıyor bir bakıma. Beynin bu bölümü, evrimin son halkası, insanı insan yapan, insanın en gelişkin yeri. Deneysel cerrahi müdahaleler giderek işkenceye dönüşüyor ve sonuçta birçok insanın ölümüne yol açılıyor.

Gülce Başer’in “Paveglia Adası” adlı şiirindeki ilk dizeler işte bu deneylere gönderme yapıyor:

Beyninin birazını alacağız ve geçecek
Beynini asıp havalandırırsak geçecek
Beynin bir gece sıkıştırıp katilini nefesinden camla pervazın arasına sonunda…

“Beyin” sözcüğü yinelenirken sondan bir harfin eksiltilenmesi şairin özel bir amacını mı yansıtıyor, bilinçli bir kurguysuyla mı ilgili, kestirmek zor. Ama ben bu işlemi, akıl hastalarının beyinlerine uygulanan tedavi işlemlerinin şiire yansı(tıl)ması olarak yorumluyorum.

Adadaki akıl hastanesi 1968’te kapatılıyor.  İnsan yaşamının olmadığı Ada, gelir elde etmek için 2014’te İtalyan hükümetince satılığa çıkarılıyor. Kampanyalarla engelleniyor bu satış.

Sonraki iki dizede, Pameglia’daki akıl hastalarına yapılan deneylerle şiir kişisinin tanıdığı “renkli oğlan” arasında bağlantı kuruluyor:

Başkalarının da oturuyor mudur kurbanları kaburgalarına uykuda?
O renkli oğlan, mesela?

Özellikle ikinci dizenin anlamını tam çözemiyoruz, gönderimi belirsiz. “O renkli oğlan”, bir sonraki şiirde de (“Kudret ve Kudret”, s. 14) çıkıyor karşımıza:

Sorsanız hatırlamazlar o renkli oğlanı

Gülce Başer, şiirleri kimi ortaklıklar kurarak yazmış: mahalle, ucuz kömür isi, pamuk, kudret… Üç bölüme ayrılmış kitabın ilk bölümü (“Vardı Bir Mahalle”) kendi içinde tek bir metin sayılabilir bu bakımdan; belki kitabın bütünü de.

İtalya-Venedik’in “az uzağı”na, Almanya’ya geçiliyor altıncı dizede:

Schmitt adı, birbirinden neredeyse karşıt iki ayrı eylemle ilgili ama bir kişiye gönderme yapıyor (Carl Schmitt, 1888-1985). “Piyano”, “tuşlar”, “müzik” gibi sözcükler, yine Alman olan Aloy Schmitt (1788-1866) adlı besteciyi (“SCHMİTT op. 16 / Piyano İçin Hazırlık Egzersizleri”) bir an akla getirse de metinle onun arasında bağlantı kurmak zor.

Carl Schmitt, siyasal düşünce tarihinin en tartışmalı adlarından biri. Nasyonal Sosyalizme genelde karşı olmakla birlikte 1933’te Hitler’in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisine katılıyor.  Hitler’i iktidara taşıyan SA’ların (Kara Gömlekliler) kanlı tasfiyesi (1934) ve iç hesaplaşmada “Führer Hukuku Koruyor” makalesiyle Hitler’in yanında yer alıyor; Siyasal Kavramı adlı kitabının 4. baskısına, Nasyonal Sosyalist düzeni meşrulaştırma amacıyla yeni bir önsöz yazıyor (1933). İki yıl sonra bir bakıma gözden düşüyor ama tamamen devre dışı kalmıyor; üniversite hocalığını sürdürüyor çünkü.

“Anayasal diktatörlük” gibi bir olguyu savunmakla birlikte (ama “otoriterliği” olumsuzlar) devlet ve hukuk alanındaki katkıları önemli bulunuyor. Özellikle liberalizme yaptığı sert eleştiriler nedeniyle 1990’larla birlikte yeniden gözde biri hâline geliyor. Türkçeye çevrilmiş pek çok da kitabı var.

Gülce Başer, C. Schmitt’in kişiliğinin yukarıdaki yönü dışında ikinci ve hayli ilginç bir başka yönüne de gönderme yapıyor. Schmitt, akşamları piyano başına oturup özellikle Christoph Willibald (von) Gluck (1714/15 1787) adlı Alman bestecinin parçalarını çalıyormuş. Devlet ve kamu için gerekirse diktatörlüğe başvurulabileceğini ileri süren birinin akşamları piyanoda duygusal parçalar çalması. Bunu yeterince ironik bulmayabiliriz ama esas ironi bir başka yerdedir: “…giyinip müntekim tuşlarını”

“Müntekim” (daha doğrusu “El-Müntekim”), Allah’ın 99 adından biri ve genel olarak “Allah’ın suçluları, kul hakkı yiyenleri, zulüm edenleri, sürekli kötülük peşinde koşanları acımasızca cezalandıracağı; zulme uğrayanların intikamını cehennemde alacağı” imasıyla kullanılmaktadır.

Faşist Nazi zulmü ve “müntekim tuşlara” basarak piyanoda Gluck çalan Führer’in baş hukukçusu…

Metnin ilk dizelerine, Paveglia’da akıl hastalarına yapılan zulme dönülüyor Hitler dönemi üzerinden. Faşistlerin gözünde komünistler, sosyalistler, sosyal demokratlar, Yahudiler… toplum dışıdır, Almanya’nın, Alman üstün ırkının zararlı ögeleridir.

Metinde herhangi bir ipucu yok ama ben ekleyeyim. Paveglia Adası akıl hastanelerinde yapılan beyin deneylerinin aynısı, Nazi tıpçıları, İsviçre’de komünistlere uygulamışlardır.

Almanya, ikinci bir Paveglia Adası’dır.

İşte bu koşullarda, “Hitler’e adaleti satan” Schmitt’in “müntekim tuşlara” dokunması.

Trajik ironi değil de nedir bu?..

Şiirin ikinci bölümü “Epey uzakta, Künç Sokak’tadizesiyle başlıyor. “Künç Sokak” (Künç Sokağı, İzmir?), yani Türkiye.

“Epey uzaklık”ı da iki yönden yorumlayabiliriz rahatlıkla. Mekânsal uzaklık: İtalya-Türkiye; zamansal uzaklık: 1922-2000’ler.

Klasik mahalle havasını tam yansıtan bir sokak. Geçmişe, okula gönderme de yapılıyor…

Önceki bölümlerin olumsuz, ağır havasını bu bölümde göremiyoruz önce; şiddet ve trajik hava son üç dizeye kadar yok. Sonra birden Paveglia Adası’ndaki akıl hastaları, onlara yapılan korkunç deneyler anımsatılıyor; oraya, onlara dönüyoruz birden: “Kopardık gitti beyninin köşesini”.

Ama bu kez somut gönderimli gerçeklik değil değişmece (mecaz) dille kurgulanmış bir gerçeklik söz konusu. Zaten son dizede bu daha açık biçimde görünüyor: “Kemiksiz ölüm nasıl anlatılır ki…”

Peki ama kimin “beyninin köşesini kopardık”? Metinde doğrudan verilmiyor bu. “Şimdi amca” olan, zamanında “Market önünde anahtar çeviren delikanlılar”ın mı? Tamam da suçları ne, ne yapmışlar?

“Biz” kimiz peki (“…kopardık”)? Toplum, kitle, ahlaklılar? Eğer böyleyse, “biz”, Paveglia’daki “deli doktorları”nın rolünü üstlenmiş olur. Anlatıcısının böyle bir şeyi ileri sürmesi olanaklı değil elbette.

Metnin bu bölümü eksik anlatımla kurulmuş; belirsizliğe bırakılmış “doktorlar”ın ve “deliler”in kimliği…  

İpucu, bu şiir metninde değil, kitabın “İçindekiler”den sonra yapılan ithafta aslında:

Sokağın Gözlerinin İçine Baka Baka Öldürülen Kadınların Anılarına (s. 11)

Elbette koparılan delikanlıların “beyninin köşesi” değil, bu eylemi yapan “biz” de “mahalleli” değil.

Şöyle yorumluyoruz metni o zaman: Bir zamanlar “mahallenin delikanlıları”, şimdilerde “amca” olan kimileri kadınlara yapıyor tüm bunları. Kadınların beynini (zihnini) sakatlıyor, eksiltiyor, dumura uğratıyor; hatta “kemiksiz öldürüyor” onları.

Paveglia Adası’nda (akıl hastanesinde) olup bitenlerin anlatımı ilk üç dizede bitiyor aslında. G. Başer, ikinci bölümde anlattığı ülkemizdeki ağır havayı, toplumumuzda yaşanan kadınlara şiddet olaylarını, son üç dize yoluyla ilk bölüme, metnin başına bağlıyor. Böylece yaşadığımız toplumsal zemine “ölüm adası”nı eğretiliyor. Olumsuz “Paveglia” imgesini de, içeriğini genişleterek bir “mesel”e dönüştürüyor aynı zamanda.

Mahallemiz, daha geniş bağlamda ülkemiz ve hatta dünya da “Paveglia Adası”dır artık.

Çarpıcı bir eğretileme (metafor) ile kurulmuş “Paveglia Adası” metni. Evet, “daha nasıl anlatılabilirdi ki…” kimi erkeklerin ve bunlar tarafından ezilen, zulme uğratılan, öldürülen kadınların (ve elbette toplumun çoğunluğunun ortalama profiline uymayan aykırıların) durumu? Toplumumuz ve ülkemiz, “Paveglia Adası” eğretilemesi yapılmadan nasıl daha somut, etkili, derinlikli anlatılabilirdi ki?..

Salt olumsuzlukları betimleme olmamalı şairin işi, diye bir ekleme yapıyorum tam burada biraz ukalaca.

Gülce Başer, bu eşiği Alman faşizmine Hitler ve Schmitt göndermesiyle bir ölçüde aşmış görünüyor. Ama sorun, faşizm gibi dar bir olguyla açıklanamaz elbette; asıl sorun, sınıflı toplumlar, günümüz bağlamında da kapitalizmin ta kendisindedir.

—–Yazıya ek: Gülce Başer’in incelenen şiiri—–

Paveglia Meseli

Beyninin birazını alacağız ve geçecek
Beynini asıp havalandırırsak geçecek
Beynin bir gece sıkıştırıp katilini nefesinden camla pervazın arasına sonunda…
Başkalarının da oturuyor mudur kurbanları kaburgalarına uykuda?
O renkli oğlan, mesela?
Az uzakta, Hitler’e sattığında adaleti
Piyanolar uğratmıştı Schmitt’i, giyinip müntekim tuşlarını
Müzik diridir, bilmezsiniz, piyano da bilir kime ithaf edildiğini

Epey uzakta, Künç Sokak’ta
Balkondan sepet sallayan ablaların
Market önünde anahtar çeviren delikanlılara kaptırdıklarıdır
Rakıya da karışan çoban salatanın…
Şimdilerde teyze, amca olduklarıdır
El örgüsü gri hırkaları ve düşük çoraplarına sinmeden ucuz kömürün isi
Sizin okuldan çıkmıştır onlar da…
Kopardık gitti beyninin köşesini
Ruhları başında kemiklerinin

Kemiksiz ölüm nasıl anlatılır ki…

*Ecinniler dergisinde yayımlanmıştır (Mart-Nisan 2023, sayı 20).

 

edebiyatkafe
Latest posts by edebiyatkafe (see all)

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir