Çocuk hikaye
Öykü

Öykü: Çocuk

ÇOCUK *

Yatak odasının perdesini aralayıp sokağa bakıyorum. Ortalık sessiz. Seyrek bulutlu güneşli bir hava. Doğanın yağmur hazırlığı yok. Dışarı çıkıp, dere boyunda, elma bahçesinde, bostanda gezmeyi düşünüyorum. Bir sabah sigarası iyi gelir. Tütün kokusu, sonbahar kokusuna karışır. Bahçede yerlere kilim gibi serilmiş, sararmış yaprakları tekmelerken, bir elma bulurum, ısırırım. Sigara altı olur. Yaprak hışırtıları kuş seslerine karışır, müzik olur. Ellerim pantolon ceplerimde düşünürüm, düşünürüm. Düşündükçe içimden akan sızı damarlarımı yakarak dolaşır, kalbimin derinliklerine ulaşır. Annemin elma bahçesine uzanan sesini duyarım.

Perdeyi kapattım. Yatağıma gömüldüm. Ne elma bahçesi var ne tütün kokusu ne annem…

Karım ilk kez terk etti beni. Dönecek mi bilmiyorum. Bavulunu toplayıp gitti. Dolabında üç beş eşya var mıydı yok muydu bilmiyorum. Gardıroba hiç bakmadığımı hatırladım. Parası var mıydı yok muydu bilmiyorum. Hiç para lazım olmamıştı, her şeyi ben alıyordum. Faturaları ben ödüyordum, haftalık pazar alışverişini ben yapıyordum, her maaşta komodinin üzerindeki vazonun içine biraz para bırakıyordum.

Hafta sonuna denk gelmeseydi iyi mi olurdu?.. Akşam karanlığında, plakasını alamadığım taksiye binip gitmeseydi iyi mi olurdu. Taksiye binerken bana dönüp, son kez görüyormuş gibi bakmasaydı iyi mi olurdu…

Öğleden sonra Almanya’dan dayım aradı. Çok güzel dayım, tek dayım, çocukluk arkadaşım, abim… Doktorun biri ona ömür biçmiş. Altı aydan beş yıla kadar değişen bir süre demiş. İstatistikilere göre ancak yüzde biri beş yılı doldururmuş. Tanrı devreye girer mi, dayımın ömrü uzar mı bilmiyormuş?..

Çok ağlayamadım. Doktor geçen sene üzülmeyi yasakladı bana. Saçlarım dökülürmüş, bıyıklarım yere düşermiş, ciğerlerime kadar ürtiker olurmuşum.

Acıya isyan koşmam lazım, yayalara kırmızı ışık yanıyor. Sanki durursam acıyı dindiremeyeceğim, acıyla aramdaki orantısızlığı kaldıramayacağım. Alt geçide yöneliyorum, metro girişinde güvenlik görevlisi üzerime X-Ray cihazı tutuyor. Tabii ki cihazdan rahat geçiyor acım. Düşsem, bayılsam insanlar başıma birikse. “Yazık lan, yazık” dese. Yaşlı bir kadın pet şişeyle yüzüme su dökse. Sıçrayıp kalktığımda “ne berbat rüyaydı lan” desem. Rüyayı bile sevsem, rüya olduğu için şükretsem.

Dayım beni küçükken su değirmenine götürmüştü. Katırlara ikişer çuval buğday yüklemiştik.  Değirmen uzaktı, bir saatten fazla yürümüştük. Çok yorulmuştum, katırlar benden çok daha fazla yorulmuştu. Kapıda saçları, bıyıkları, kaşları ve kirpikleri bembeyaz bir adam duruyordu, korkmuştum. Kocaman yuvarlak bir taş, oluktan usul usul dökülen buğdayı eziyordu.  Öğlene kadar acıkmamıştım. Değirmenin yanında manav vardı, manavın yanında bir de bakkal. Galiba ikisi de aynı adama aitti. Dayım bana öküz gözü gibi kül renkli Arapgir üzümü aldı. Adam kesekağıdına iki salkım üzüm koymuştu, taze ekmekle iyi gitmişti.

Ben çocukken, dayım benim abimdi. Bir defasında oyun için burnuma fasulye sokmuştum. Dayım, burnumda unuttuğum fasulyeyi bir tel parçasıyla çıkarmıştı. Fasulyenin çimlendiğini görmüştük. Burnum şişmişti, çok acımıştı ama sonraları anlatıp anlatıp gülmüştük.

Dayım ölecekmiş, kesinmiş.   Annem babam zaten çok önceden öldü. Akşama doğru karım telefon etti, bir daha dönmeyecekmiş. Gardıroptaki giysileri kapıcıya verecekmişim. Buzdolabında yemekler varmış, bozulmayacakmış…

Telefondaki karımın sesi miydi, niye bu kadar yavandı, kararlı ve kesindi anlamaya çalışıyordum. Susmakla zaman kazandığımı sanıyordum. Karım, “orada mısın, duyuyor musun? ” dedi.

“Duydum, duydum” dedim.

“Acaba bir çocuk mu yapsaydık?..”

Şahbender Korkmaz *
Turnalar Dergisi 85. sayıda yayımlanmıştır.

edebiyatkafe
Latest posts by edebiyatkafe (see all)

Bir yorum

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir